ArgumentThe article builds a case for the Society for the Protection of the Health of the Jewish Population as a project of medicalized modernity, a mass politics of Jewish self-help that relied on a racialized and medicalized vision of a future Jewish nation. Officially registered in 1912 in St. Petersburg, it created the space for a Jewish politics that focused on the state of the collective Jewish body as a precondition for Jewish participation in any version of modernity. OZE futurism (...) survived the years of World War I and the Russian Civil War, when the organization had to concentrate on rescue and relief rather than on facilitating the development of new bodies and souls. New archival evidence reveals how race science, medical statistics, and positive eugenics became composite elements of the Jewish anticolonial message and new subjectivity. (shrink)
Bizim bu yazıda bahsetmeye çalıştığımız konu, daha çok metaontolojik ya da metafizik alan üzerinde yoğunlaşacaktır. Nesnelerin kendinde varlığını bilemesek bile, en azından, dile gelmeyen bir şeylerden bahsediyoruz. Öyleyse bilemediğimiz alana ait yargılarımızın, bildiğimiz olgular alanıyla ilişkisi dolayısıyla az çok yorumlanabileceğini göz ardı etmememiz gerekir. Kendinde dünyanın yani numenin anlamını somut dünya tasarımıyla elde etmeye çabalamanın boşuna olacağı kesindir. Ancak bu durum, numen dünyasının araştırılmaması ve kendinde varlık alanının ne olduğu konusunda düşünmeye son verilmesi gerektiği manasını taşımaz. Çünkü somut dünya tasarımımızda (...) sürekli değişen ve her değiştiğinde de anlamını değiştiren bir durum söz konusudur. (shrink)
.........................Turkish ....................... Çalışmanın konusu dindarlık eğilimi ile meslekî tükenmişlik arasındaki ilişkidir. Dindarlık eğilimine göre meslekî tükenmişlik düzeyinde herhangi bir farklılık olup olmadığı ise çalışmanın temel problemini oluşturmuştur. Bu bağlamda meslekî tükenmişlik düzeyini ve dindarlık eğilimini belirlemek için kolayda örnekleme yöntemiyle Gümüşhane il merkezindeki ilkokul, ortaokul ve liselerde görev yapan farklı branşlardaki öğretmenlerden bir örneklem grubu oluşturulmuştur. Elde edilen meslekî tükenmişlik ve dindarlık eğilimi verilerinden yola çıkarak bu iki değişkenin ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmada Frekans, Bağımsız t-Testi, Tek Yönlü Varyans AnaliziANOVA testleri kullanılmıştır. (...) Bunun yanında hesaplanan değerleri ve elde edilen verileri değerlendirmek için SPSS (16.0) istatistik paket programı kullanılmıştır. Araştırma iki bölümden oluşmuştur. İlk bölümde dindarlık eğilimi ile meslekî tükenmişlik ilişkisine teorik bir yaklaşım sunulmuştur; meslekî tükenmişlik ve dindarlık kavramı, meslekî tükenmişlikle ilgili yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalar ve son olarak da meslekî tükenmişlik ile dindarlık eğilimi arasındaki ilişkiden bahsedilmiştir. İkinci bölümde uygulama kısmı, çalışmanın problemi ve alt problemleri, hipotezler, evren ve örneklem, kullanılan ölçekle ilgili sınırlıklar, çalışma bulgularının analizi, bulguların tartışılması, sonuçlar ve çalışmanın önerileri sunulmuştur. Çalışmanın sonuçlarına göre meslekî tükenmişlik puanları cinsiyet değişkenine göre farklılaşmazken, sosyo-ekonomik durum değişkenine göre anlamlı farklılık göstermiştir. Bunun yanında dindarlık eğilimine yönelik anket maddeleri ile meslekî tükenmişlik puanları arasında anlamlı düzeyde farklılaşmalara ulaşılmıştır. Sonuç olarak dindarlık eğiliminin meslekî tükenmişliğe etki eden faktörlerden biri olduğu tespit edilmiştir. -/- ...................................English ...................... Subject of this study is correlation of occupational burnout with the tendency of religiosity. Our main problem consists of that whether to be any differences in occupational burnout level according to the tendency of religiosity. In this context, it has been propounded that the levels of occupational burnout and tendency of religiosity of a sample group which consists of teachers chosen convenience sampling method from primary schools, secondary schools and high schools in Gümüşhane province. Based on the resulting occupational burnout and tendency of religiosity, investigated the correlation between these two variables. In the study the Frequency, Independent t-Test and One Way Variance Analysis-ANOVA tests were used and the evaluation of data and finding calculated values, SPSS (16.0) statistics software package were used. According to the results of the survey, the occupational burnout scores a differentiation has not been shown according to gender when has been established a significant difference according to socioeconomic status variable as independent variables. Besides, have been established a significant difference between tendency of religiosity of items and occupational burnout scale scores. The study consists of two main parts. In the first part, to provide a theoretical approach to the relationship of occupational burnout and tendency of religiosity; the concept of occupational bornout, the studies made on occupational burnout in domestic and abroad, and finally the relation of occupational burnout and tendency of religiosity have been mentioned. In the second part, considered as part of practice, the problem of the study and sub problems, hypothesis, population and sample, limitations information about the scale used in the study, analyzing the findings of the study, discussing the findings and conclusions and recommendations of the study have been presented. (shrink)
Bilimin ne olduğunun tespit edilmesi ve bilimi sözde bilimlerden ya da bilimsel olmayan alanlardan ayırt edecek ölçütün ne olması gerektiğine yönelik tartışma, bilim felsefesinde sınır çizme sorunu olarak ele alınmaktadır. Bu makalede, öncelikle söz konusu soruna yönelik geleneksel yaklaşımlar incelenmiş ve ardından bu yaklaşımların bilimsel toplulukların doğasına ilişkin özellikleri göz ardı ettiği ortaya konmuştur. Daha önce yapılan çalışmalar bilimi daha çok önermeler, ifadeler ya da salt epistemik bir sistem olarak ele almakta ve bilimsel akıl yürütmenin biçimi ile bilimsel kuramların özelliklerine (...) odaklanmaktadır. Bu tespit çerçevesinde, sunulan çalışmada, bilimsel bir disiplinin asgari olarak iki özellik (yapısal ve kanıta dayalı olması) üzerine kurulması gerektiği vurgulanarak, sınır çizme sorununun çözümüne yönelik önerilen alternatif ölçüt bilimin sosyal yönüne dikkat çekmektedir. Bu bakımdan, makalenin asıl ilgisi, sınır çizme sorununu alternatif bir yolla ele alabilmek amacıyla bilimin ve onun uygulayıcılarının sosyal özelliklerine yönelik tespitleri, sözde bilimin uygulayıcıları ile kıyaslayarak aktarmaktır. Makale, bir disiplinin sözde bilim olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle o disiplinin bilimsellik iddiasında bulunması, daha sonra bilimsel topluluk tarafından sürdürülen bir araştırma geleneğine kabul edilmemiş ya da bu araştırma geleneği tarafından terk edilmiş olması gerektiği düşüncesi ile sonuçlandırılmıştır. (shrink)
Araştırma, ilahiyat fakültesi hazırlık sınıfı öğrencilerinin Arapça dersine dair görüş ve tutumlarını değerlendirmektedir. Değerlendirme sonucunda Arapça öğretiminin daha verimli olması için çözüm önerileri sunmayı ve bu suretle ilahiyat fakültelerinde Arapça öğretiminin kalitesinin iyi yönde arttırılmasına katkı sunmayı amaçlamaktadır. Araştırmanın önemi, Arapça öğrenimini daha etkili kılmak için öğrencilerin düşüncelerinden hareketle çözüm üretmesidir. Örneklem olarak Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hazırlık Sınıfı öğrencileri seçilmiştir. Araştırma verilerini toplamak için Aydoslu tarafından geliştirilen “İngilizce Dersine Yönelik Tutum Ölçeği” Arapçaya uyarlanarak kullanılmıştır. Araştırmanın bağımsız değişkenleri (...) cinsiyet, öğretim türü, mezun olunan lise türü ve Arapçaya ayrılan zamandır. 2018-2019 eğitim öğretim yılı bahar yarıyılında 166 öğrenci-nin katılımıyla toplanan veriler SPSS yazılımı kullanılarak analiz edilmiştir. Elde edilen bulgulardan hazırlık öğrencilerinin çoğunun Arapça dersine yönelik olumsuz tutumlara sahip olmadığı ancak Arapçayı zor bir dil olarak gördükleri anlaşılmaktadır. (shrink)
Michel Foucault’nun çalışmalarının merkezi noktalarından birisini, Batı kültüründe insanların, özneye dönüştürülmesinin tarihini ortaya çıkarmak oluşturmaktadır. Diğerini ise, özneye dönüştürme tekniklerine karşı verilen mücadeleler, çeşitli iktidar tekniklerinin dayattığı bireysellik ve kimlikten kurtulmanın, özgürleşmenin imkânı oluşturmaktadır. İnsanları, öznelere dönüştüren süreçleri bir bütün olarak ele almak yerine, çeşitli nesneleştirme kipleri üzerinden incelemenin daha akıllıca bir yol olduğunu düşünen Foucault, çalışmalarında insanı özneye dönüştüren üç ayrı nesneleştirme kipine yoğunlaşır. Bunlar; kendilerine bilim statüsü kazandırmaya çalışan filoloji gibi araştırma kipleri, deli ile akıllı, hasta ile (...) sağlıklı, suçlular ile “iyi çocuklar” gibi “bölücü pratikler” olarak adlandırılan pratiklerde ortaya çıkan nesneleştirilme kipleri ve son olarak cinsellik gibi alanlarda bir insanın kendini özneye dönüştürme biçimindeki nesneleştirme kipleridir. İnsan, özneye dönüştürme süreçlerine girerken, iktidar ilişkilerine de dâhil olur. Çünkü bireyleri özne yapan iktidar teknikleridir. Özne sözcüğünün taşıdığı bütün anlamlar, boyun eğdiren ve tabi kılan bir iktidar biçimi telkin etmektedir. Bundan dolayı, özneye dönüşme süreçlerine karşı mücadeleler söz konusudur. Özne, iktidar ve şiddet arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğuna dair düşünen Foucault, öznesi olarak tanıtıldığımız deneyimlerin kurulmasını gerçekleştiren bir iktidar alanı olduğunu, şiddetin de modern iktidarın kurumsal ağı içerisinde gelişen öznellik deneyimleri çerçevesinde her yere sirayet ettiğini belirtmektedir. İktidarın kurumsal düzeyde, düzenleyici ve denetleyici mekanizmalar sayesinde toplumsal ağın en uç yerlerine kadar sirayet etmesiyle birlikte şiddet, normlar, tüzükler ve prosedürler aracılığıyla belirli bir kapatma içinde gelişmektedir. Ancak, Foucault, şiddetin, iktidarın etkili bir aracı olduğunu kabul etse de, iktidarın esasını oluşturmadığını belirtmektedir. Bu çalışmada, Foucault’nun kuramsal çözümlemelerinden hareketle, özne, iktidar ve şiddet arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığı tartışılacak, onun düşünsel serüveni açısından önemli olan bu kavramların kendi tarih anlayışı bağlamında bir çözümlemesi yapılacaktır. Ayrıca, modern iktidar ilişkilerinin dayatmış olduğu öznellik deneyimlerine ve inceltilmiş şiddet araçlarına karşı verilecek direnişin imkânları sorgulanacaktır. -/- . (shrink)
Michel Foucault’nun çalışmalarının merkezi noktalarından birisini, Batı kültüründe insanların, özneye dönüştürülmesinin tarihini ortaya çıkarmak oluşturmaktadır. Diğerini ise, özneye dönüştürme tekniklerine karşı verilen mücadeleler, çeşitli iktidar tekniklerinin dayattığı bireysellik ve kimlikten kurtulmanın, özgürleşmenin imkânı oluşturmaktadır. İnsanları, öznelere dönüştüren süreçleri bir bütün olarak ele almak yerine, çeşitli nesneleştirme kipleri üzerinden incelemenin daha akıllıca bir yol olduğunu düşünen Foucault, çalışmalarında insanı özneye dönüştüren üç ayrı nesneleştirme kipine yoğunlaşır. Bunlar; kendilerine bilim statüsü kazandırmaya çalışan filoloji gibi araştırma kipleri, deli ile akıllı, hasta ile (...) sağlıklı, suçlular ile “iyi çocuklar” gibi “bölücü pratikler” olarak adlandırılan pratiklerde ortaya çıkan nesneleştirilme kipleri ve son olarak cinsellik gibi alanlarda bir insanın kendini özneye dönüştürme biçimindeki nesneleştirme kipleridir. İnsan, özneye dönüştürme süreçlerine girerken, iktidar ilişkilerine de dâhil olur. Çünkü bireyleri özne yapan iktidar teknikleridir. Özne sözcüğünün taşıdığı bütün anlamlar, boyun eğdiren ve tabi kılan bir iktidar biçimi telkin etmektedir. Bundan dolayı, özneye dönüşme süreçlerine karşı mücadeleler söz konusudur. Özne, iktidar ve şiddet arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğuna dair düşünen Foucault, öznesi olarak tanıtıldığımız deneyimlerin kurulmasını gerçekleştiren bir iktidar alanı olduğunu, şiddetin de modern iktidarın kurumsal ağı içerisinde gelişen öznellik deneyimleri çerçevesinde her yere sirayet ettiğini belirtmektedir. İktidarın kurumsal düzeyde, düzenleyici ve denetleyici mekanizmalar sayesinde toplumsal ağın en uç yerlerine kadar sirayet etmesiyle birlikte şiddet, normlar, tüzükler ve prosedürler aracılığıyla belirli bir kapatma içinde gelişmektedir. Ancak, Foucault, şiddetin, iktidarın etkili bir aracı olduğunu kabul etse de, iktidarın esasını oluşturmadığını belirtmektedir. Bu çalışmada, Foucault’nun kuramsal çözümlemelerinden hareketle, özne, iktidar ve şiddet arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığı tartışılacak, onun düşünsel serüveni açısından önemli olan bu kavramların kendi tarih anlayışı bağlamında bir çözümlemesi yapılacaktır. Ayrıca, modern iktidar ilişkilerinin dayatmış olduğu öznellik deneyimlerine ve inceltilmiş şiddet araçlarına karşı verilecek direnişin imkânları sorgulanacaktır. (shrink)
Geçtiğimiz onca yıl içinde kültürel çalışmaların birçok farklı biçimleri ortaya çıkmıştır. 1980’lerde ve 1990’lardaki küresel genişleme döneminde, kültürel çalışmalar genellikle İngiltere Birmingham’daki Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nde geliştirilen kültür ve toplum anlayışıyla tanımlanmıştır. Onların kültüre sosyolojik, materyalist ve politik yaklaşımları 20. yüzyılın kültürel Marksizmine dayanır. 20. yüzyıl Marksist teorisyenleri arasında yer alan Georg Lukacs, Antonio Gramsci, Ernst Bloch, Walter Benjamin ve T.W. Adorno’dan Fredric Jameson ve Terry Eagleton’a kadar uzanan birçok düşünür, Marksist teoriyi kültürel formların üretiminin, toplum ve tarihle olan (...) bağını, kitleler ve sosyal hayat üzerindeki etki ve etkileşimlerinin ilişkisini incelemek için kullanmıştır. Kültürel Marksizm, kültürel çalışmaların ve onun günümüzdeki çeşitli tür ve biçimlerine dayanak noktası olması açısından önem arz etmektedir. (shrink)
Bu araştırma hicri birinci asrın ilk yarısında varlık gösteren Basra’nın, fıkhıyla meşhur bazı sahâbîlere ev sahipliği yapmasına rağmen hadis ve fıkıh ilimlerinde, aynı dönemde öne çıkan Kûfe’den geri kalmasının muhtemel sebeplerine odaklanmaktadır. Söz konusu sahâbe arasında öne çıkanlar, Basra’da on iki sene ikamet etmiş olan Ebû Musa el-Eş’arî ve dört sene bulunan İbn Abbas’tır. Mezkûr iki sahâbenin fıkhî müktesabatlarının yanında çok sayıda hadis rivayetine sahip olduğu da bilinmektedir. Ancak buna rağmen her ikisinin de İbn Mes‘ûd’un, Kûfe’de yaptığı etkiyi gösterdikleri söylenemez. (...) Araştırmada, Basra’da meskûn bulunan sahâbeyle ilgili rivayetlerin tahlil ve değerlendirmesine dayalı bir yöntem takip edilmiş olup, özellikle sahâbe ile tâbiînin ilmî ilişkilerine yoğunlaşılmıştır. Bununla beraber coğrafya ve kuruluş bakımından benzerlik gösteren Kûfe şehrindeki sahâbenin ilmî etkisi ve tâbiîn neslinin faaliyetleri bakımından bir takım karşılaştırmalarda bulunulmaktadır. Makalenin, konu hakkında öngördüğü birinci ihtimal, söz konusu sahâbîlerin ordugâh şehrinde yaşamanın gereği olarak fetihlerle meşgul olmalarıdır. Bu sonuç ilk olarak Ebû Musa el-Eş’arî’nin sireti üzerine yapılan incelemelerde ortaya çıkmıştır. Söz konusu ilmî gecikmeye sebep olan ikinci ihtimalin ise bahsi geçen sahâbenin ilimlerini yaymak adına aktif davranmamaları olduğu söylenebilir. Bu durumda sahâbenin ilmî kişiliklerinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Diğer bir ihtimal, Basra’daki tâbiîn neslinin, sahâbeden ilim alma hususunda sarfettikleri çabanın, Kûfelilere kıyasla daha az olmasıdır. Bahsi geçen durumda Basra’nın bedevî kabile yapısının önemli bir etkili olduğu düşünülmektedir. Konuyla ilgili zikredilebilecek son ihtimal ise ilmî yapının teşekkül etmeye başladığı süreçte vuku bulan fitne ve karışıklıklardır. Nitekim bir müddet valilik görevini yürüten İbn Abbas’ın, bu süre zarfında ilim ve eğitim faaliyetleriyle ilgilenemediği görülür. Özetle araştırmanın ulaştığı en önemli sonuç; Basra’nın hicri birinci asrın ilk yarısında, İbn Mes’ûd tarafından kurulan Kûfe’ye kıyasla hadis ve fıkıh ilimlerinde gelişmiş bir şehir olmadığıdır. (shrink)
Albert Schweitzer maintained that the idea of "Reverence for Life" came upon him on the Ogowe River as an "unexpected discovery, like a revelation in the midst of intense thought." While Schweitzer made numerous significant contributions to an incredible diversity of fields - medicine, music, biblical studies, philosophy and theology - he regarded Reverence for Life as his greatest contribution and the one by which he most wanted to be remembered. Yet this concept has been the subject of a range (...) of distortions and misunderstandings, both academic and popular. In this book, Ara Barsam provides a new interpretation of Schweitzer's reverence and shows how it emerged from his studies of German philosophy, Indian religions, and his biblical scholarship on Jesus and Paul. By throwing light on the origin and development of Schweitzer's thought, Barsam leads his readers to a closer appreciation of the contribution that reverence makes to current ethical issues. Whereas previous commentators have focused on "reverence for life" as a philosophical ethic located in that tradition, this book demonstrates that it is in fact Schweitzer's theology that provides the hitherto undiscerned foundation for his ethic. Even among those who herald Schweitzer as the one who brought "reverence" to Christianity, there exists a tendency to underemphasize how his thinking also developed from his pivotal encounter with Indian religions. As Barsam shows, it is impossible to grasp the nature and the significance of Barsam's contribution without addressing that link. Life-centered ethics - in the broadest sense - have continued to flourish, yet Schweitzer's pioneering contribution is often overlooked. Not only did he help establish the issue on the moral agenda, but, most significant, he also provided much sought after philosophical and theological foundations. Schweitzer emerges from this critical study of his life and thought as a remarkable individual who should rightfully be regarded as a moral giant of the twentieth-century. (shrink)
We develop a cultural evolutionary theory of the origins of prosocial religions and apply it to resolve two puzzles in human psychology and cultural history: the rise of large-scale cooperation among strangers and, simultaneously, the spread of prosocial religions in the last 10–12 millennia. We argue that these two developments were importantly linked and mutually energizing. We explain how a package of culturally evolved religious beliefs and practices characterized by increasingly potent, moralizing, supernatural agents, credible displays of faith, and other (...) psychologically active elements conducive to social solidarity promoted high fertility rates and large-scale cooperation with co-religionists, often contributing to success in intergroup competition and conflict. In turn, prosocial religious beliefs and practices spread and aggregated as these successful groups expanded, or were copied by less successful groups. This synthesis is grounded in the idea that although religious beliefs and practices originally arose as nonadaptive by-products of innate cognitive functions, particular cultural variants were then selected for their prosocial effects in a long-term, cultural evolutionary process. This framework reconciles key aspects of the adaptationist and by-product approaches to the origins of religion, explains a variety of empirical observations that have not received adequate attention, and generates novel predictions. Converging lines of evidence drawn from diverse disciplines provide empirical support while at the same time encouraging new research directions and opening up new questions for exploration and debate. (shrink)
Bu çalışmada “tabiat” kavramının sözlük ve terim anlamı analiz edilmiş ve ona ilişkin bazı Meşşâî İslam filozoflarının görüşlerine yer verilmiştir. “Tabiat” sözcüğünü karşılamak üzere Türkçede kullanılan “tabiat” ve “doğa” sözcükleri arasında bir karşılaştırma yapılmıştır. “Tabiat”ın Meşşâî İslam filozofları tarafından isim olarak kullanıldığı varlık alanı hakkında bilgi verilmiş ve İbn Sina ile İbn Rüşd arasında cereyan eden tabiatın ispatının gerekip gerekmeyeceği tartışmasına değinilmiştir. Cisimlerde görülen hareket ve sükunun kaynağı olması bakımından “tabiat”ın nelere delalet ettiği hususunda İbn Sina’nın görüşleri Aristo ile mukayeseli (...) olarak sunulmuştur. Daha sonra bir terim olarak “tabiat”ın filozoflar tarafından yapılan tanımı ortaya konulmuştur. İslam felsefesinde önemli bir yere sahip olan “tabiat” kavramına Meşşâî İslam filozoflarının yükledikleri anlam ve onu kullanma biçimleri, Aristo’dan farklıdır. Özellikle her türlü oluş ve hareketin kaynağını açıklamak amacıyla kullandıkları “tabiat” kavramı etimolojik açıdan tüm nedenleri Allah’a ulaştırmaya imkan sağlamaktadır. Ayrıca kavramın, “tabiat – tabiat ötesi” ayrımına dayanak teşkil ettiği de bilinmektedir. Makalenin amacı, “tabiat” kavramının günümüzde yeni teorilerle ilişkili olarak kullanılma imkanlarını belirginleştirmektir. (shrink)
Mezhepler, İslam düşünce tarihinin -tenkid edilse dahi- bir parçasıdırlar. Bu oluşumların sâlikleri arasında onaylanması zor bazı olayların vuku bulduğu tarihi bir hakikattir. Bununla beraber mezkûr teşekküllerin İslam düşünce dünyasının oluşumuna büyük katkı sağladıkları da su götürmez bir gerçektir. Zira her farklılık beraberinde yeni tezleri doğurmuş ve her tez de peşinden anti-tezler geliştirmiştir. Fikri hareketlilikler de İslam düşüncesini başka bir medeniyete nasip olmayacak bir kültürel zenginlikle taçlandırmıştır. Bu meyanda Hâricîler, İslam düşünce tarihinin ilk ortaya çıkan oluşumudur. Hâricîler tarihi süreçte çeşitli etkenlerle (...) önce kendi içinde gruplara ayrılmış ve daha sonra bu gruplardan sadece İbâzîler günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Teşekkül dönemlerinden itibaren Hâricîler entelektüel bir birikimden daha çok kılıç-kalkanla meşhur olmuşlardır. Bu durum onların ilmî faaliyetlere yeterince zaman ayırmalarını da engellemiştir. Bu sebeple tarihi süreçte oluşmuş olan Hâricî literatür diğer teşekküllere göre son derece azdır. Ancak Hâricîlerle aralarında bazı fikri yakınlıklar bulunsa da bu mevzuda İbâzîleri ayrı değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar elde etmenin yolunu açacaktır. Zira kaynaklarda Hâricî kategorisinde zikredilen eserlerin neredeyse tamamı İbâzîlere aittir. Ayrıca İbâzîler çoğunlukla Hâricîlerle beraber ele alınıp bir ayırıma gitmeden değerlendirilerek ilmi literatürlerinin az olduğu ifade edilmektedir. Hâlbuki nüfuslarıyla kıyaslandığında ortaya koydukları eserlerin azımsanmayacak miktarlarda olduğunu ifade etmek mümkündür. Yapılan taramalarda -son zamanlarda sınırlı miktarda bazı araştırmalar yapılmış olsa da- İbâzîler hakkında yapılan çalışmaların ülkemizde yeterli miktarda olmadığı akademik camiada malum olan bir vakıadır. Binaenaleyh bu araştırma, gerek İbâzî tefsir alanında çalışmalar yapacak araştırmacılara bir katkı sağlamak gerekse İslam toplumunun bir parçası olan İbâzîlerle ilgili ülkemizde eksikliği hissedilen araştırmalara bir yenisini eklemek gayesiyle yapılmıştır. Dolayısıyla bu çalışmada Hâricî ve İbâzî grupların tarihi süreçte bugüne kadar oluşturdukları tefsir literatürlerinin ele alınıp tanıtılması hedeflenmiştir. (shrink)
Bu makalede İhlas Sûresi’nin faziletiyle ilgili olarak nakledilen Muâviye b. Muâviye rivâyeti ele alınmıştır. Söz konusu rivâyette İhlâs Sûresini sürekli okuduğu için yüksek derecelere erişen ve cenazesine Cebrâil’le birlikte 70 bin meleğin saflar halinde katıldığı Muâviye b. Muâviye’den bahsedilmektedir. Muâviye vefat ettiği sırada Tebük Gazvesi’nde bulunan Hz. Peygamber’e Cibrîl bizzat gelerek onun vefatını haber vermiştir. Cibrîl ayrıca Resûlullah’ın Muâviye’nin cenaze katılması için dağları tepeleri aralayarak yeryüzünü dürmüştür. İhlâs Sûresi’nin faziletiyle ilgili olağanüstü hallerden bahseden Muâviye b. Muâviye rivâyeti Enes b. Mâlik (...) ve Ebû Ümâme’den merfû, Hasan-ı Basrî ve Saîd b. Müseyyeb’den mürsel olmak üzere toplam dört kişiden nakledilmiştir. Çalışmamızda, hadisler hakkında sıhhat hükmü verebilmek için öncelikle isnaddaki râvîlerin cerh-ta‘dil durumları tespit edilmiştir. Muâviye b. Muâviye hadisinin isnad analizi, rivâyetin ulaşılabilen bütün tarikleri üzerinden yapılarak her bir tarik ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Sözkonusu rivâyetlerin metin analizi ise rivâyetlerdeki lafız ve muhteva farklılıkları üzerinden yapılmıştır. Metin analizi, rivâyetlerin önce kendi içinde daha sonra diğer hadislerle mukayesesi şeklinde yapılmıştır. Rivâyetler arası karşılaştırmalar yapılırken önce kendi içlerinde ortak bir kompozisyon oluşturulmuş daha sonra diğer rivâyetleri birbirleriyle karşılaştırma yöntemine başvurulmuştur. İsnad ve metin analizinin sonunda Muâviye b. Muâviye rivâyetinin kaynak değeri tespit edilmiştir. (shrink)
................English....................... The purpose of this study is to reveal university students’ perceptions regarding Holy Qur’an through metaphors. The survey group of study consists of 194 participants who were studying in Theology Department and Social Service Department at Gümüşhane University in the 2014-2015 academic terms. Both quantitative and qualitative methods are used together. The study’s data was collected through a form with the phrase “The Holy Qur’an is similar/like…, because...” and some demographical variables. The Content Analysis Technique was used to interpret (...) data. Results of this study determined that 44 different metaphors regarding Holy Qur’an were given by participants. Theme of these metaphors were compiled as 9 categories consisting of directional, life source, explanatory, key, protective, curative, instructive, speech, and other categories. Top metaphors are in the directional, life source and explanatory categories. Key words are metaphor, perception, The Qur’an perception, religious concepts, and religious symbols. Getting data through comprehensive and in-dept analysis can help to have information about concepts of holy books in the human mind. The purpose of this study is to pick out perceptions of university students with regard to the Holy Qur’an through metaphors. For this reason, these questions are searched by researchers: 1) What are the metaphors which used by university students on description of perceptions regarding the Holy Qur’an? 2) How are the metaphors regarding the Holy Qur’an categorized in terms of common characteristics which produced by university students? 3) Are there any links between socio-demographic variables and composed metaphoric categories? One of the qualitative data collection technics, data collecting through metaphors method is used, and is asked open-ended question in the study. Picking up similarities and diversities under thematic topics is quite easy in the method. Therefore, this method has a functional feature in the sociology, psychology and anthropology, and it gives a wealthy and qualified image about matter, phenomenon, event and situation (Yıldırım & Şimşek 2005, 212). The target population of the study consists of students who were taking education at Gümüşhane University. Easily accessible and availability principles pursued in the sample choosing. In the distribution of participants according to the demographical features, females have 61.9 percent (n:120) and males have 38.1 percent (n:74) in terms of gender. Students who graduated from religious vocational high school is 61.3 percent (n:119), and others who from other high schools is 38.7 percent (n:75) in terms of graduated from different high schools. Students in theology department have 68.0 percent (n:132), and students who were educated in the social service department have 32.0 percent (n:62). Research data is gathered through survey form includes “The Holy Qur’an is like/similar to…, because…” sentence and demographical variabilities. Data, gathered from 194 survey forms, is transferred to the Excel and the SPSS program. In an attempt to reliability of study, gathered metaphors is examined by four area expert. Frequencies (f) and percentages (%) is taken into consideration in the process of replacing metaphors to the tables. Data analysis technique is used on the getting relationships and explaining gathered data, while content analysis technique is used on the interpreting of data. The SPSS program is used in the analysis of quantitative data. Obtained data from the surveys and composed categories is associated with descriptive statements in the verses of the Holy Qur’an. In the composed categories demonstrate distribution of produced 44 different metaphors with regard to the Holy Qur’an as 9 categories. According to this, the sample is represented in the categories as 64.4 % (f:125) is in the ‘directional’, 11.3 % (f:22) is in the ‘life source’, 7.7 % (f:15) is in the ‘explanatory’, 3.1 % (f:6) is in the ‘key’, 3.1 % (f:6) is in the ‘protective’, 2.1 % (f:4) is in the ‘curative’, 2.1 % (f:4) is in the ‘instructive’, 2.1 % (f:4) is in the ‘speech’ and 4.1 % (f:8) is in the ‘other’ categories. Distributions of composed categories are represented according to common characteristics as frequencies and percentages in the next tables. In the distribution of produced metaphors in the ‘directional’ category, university students produced 7 different metaphors (f:125). Frequencies of produced metaphors in the category are such that: guide (f:41), advisor (f:25), mentor (f:19), compass (f:16), road map (f:8), route (f:3) and other (f:13). According to the result, it is understood that aspects of guide, advisor, mentor and compass stood mostly out in the category. In the ‘life source’ category, 6 different metaphors (f:22) is developed by participants. Developed metaphors’ frequencies in the category are the following: life (f:4), lifeblood (f:4), weather (f:2), water (f:2), inheritance (f:2) and others (f:7). So, life and lifeblood aspects stood mostly out in the category. In the ‘explanatory’ category, 5 different metaphor (f:15) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: light (f:5), sun (f:3), flashlight (f:2), torch (f:2) and other (f:3). According to the result, it is understood that aspects of light and sun stood mostly out in the category In the ‘protective’ category, 5 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: saver (f:2), lifeguard (f:1), hereafter-saving (f:1), escapeway (f:1) and branch to catch (f:1). According to the result, it is understood that aspect of saver stood mostly out in the category. In the ‘instructive’ category, 4 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: reference book (f:1), dictionary (f:1), priceless book (f:1) and life encyclopedia (f:1). In the ‘speech’ category, it is seen that 4 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: divine message (f:1), speaking truth (f:1), Allah’s dialogue with us (f:1) and final word (f:1). In the ‘key’ category, 3 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: a key (f:4), the key of heaven (f:1) and the key of salvation (f:1). In the ‘curative’ category, 2 different metaphors (f:4) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: a pill (f:3) and doctor (f:1). In the ‘others’ category, 8 different metaphors (f:8) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: world (f:1), the friend of lonely passenger (f:1), the tree with fruit (f:1), hereafter (f:1), priceless treasure (f:1), miracle (f:1), philosophy (f:1) and mirror (f:1). Participants composed of 44 different metaphors regarding the Holy Qur’an. The metaphors were summed up in the 9 categories as ‘directional’, ‘life source’, ‘explanatory’, ‘key’, ‘protective’, ‘curative’, ‘instructive’, ‘speech’ and ‘other’ To results of the study; guide, advisor, mentor and compass aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘directional’ category, when life and lifeblood aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘life source’ category. Light and sunny aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘explanatory’ category, while saver aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘protective’ category. Instructive aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘instructive’ category. Speech aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘speech’ category, while key aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘key’ category. Moreover, pill aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘curative’ category. Whatsoever world, friend of single traveler, tree with fruit, hereafter, priceless treasure, miracle, philosophy and mirror aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘other’ category. It is inferred that significant relationships between demographic variables and metaphor categories. In terms of major variable; theology students were composed of more metaphor in the ‘explanatory’ and ‘instructive’ categories, while social service students were composed of more metaphor in the ‘life source’ category. In terms of gender variable; females composed of more metaphor in the ‘curative’ and ‘other’ categories, while males composed of more metaphor in the ‘directional category. In terms of graduating high school variable, students who graduated from religious vocational high school composed of more metaphor in the ‘key’ and ‘speech’ categories, when students who graduated from other high school composed of more metaphor in the ‘directional’ category. Whatsoever, in terms of having the Qur’an education in their life status variable, had the Qur’an education in their life students composed of more metaphor in the ‘curative’ and ‘other’ categories, while other group composed of more metaphor in the ‘directional’. Moreover, in terms of perception of subjective religiousness, students who think themselves are ‘religious’ composed of more metaphor in the ‘key’ and ‘other’ categories, while students who think themselves are ‘less religious’ composed of more metaphor in the ‘explanatory’ category. In terms of perception of family religiousness, students who think own family ‘less religious’ composed of more metaphor in the ‘directional’ and ‘life source’ categories, when students who think own family ‘religious’ composed of more metaphor in the ‘key’ category. It can be suggested by the results of this study; perception of the Qur’an can be studied with the different study techniques, or it can be studied in the different research groups with the same technique. Muslims’ perceptions regarding the Holy Qur’an can be examined with intercultural comparative studies. Perceptions regarding the Holy Qur’an can be researched through interviews. Members’ perception regarding holy book that have different religious faith can be comparatively examined. Individuals’ perceptions regarding different religious concepts can be studied through metaphors. .................. Turkish...................Bu araştırmanın amacı üniversite öğrencilerinin Kur’an-ı Kerim’e ilişkin algılarını metaforlar aracılığıyla ortaya çıkarmaktır. Araştırmanın çalışma grubunu, 2014-2015 eğitim öğretim yılında Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Sosyal Hizmetler bölümünde öğrenim gören 194 katılımcı oluşturmaktadır. Araştırmada nitel ve nicel yöntemler birlikte kullanılmıştır. Araştırma verileri, “Kur’an-ı Kerim……gibidir, çünkü……” cümlesini ve demografik değişkenleri içeren bir form aracılığıyla toplanmıştır. Verilerin analizi ve yorumlanmasında içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Araştırmada Kur’an’a ilişkin 44 farklı metafor geliştirildiği tespit edilmiştir. Bu metaforlardan ‘yönlendirici’, ‘yaşam kaynağı’, ‘açıklayıcı’, ‘anahtar’, ‘koruyucu’, ‘öğretici’, ‘derman’, ‘kelam’ ve ‘diğer’ olmak üzere 9 farklı kategori oluşturulmuştur. Üretilen metaforların ‘yönlendirici’, ‘yaşam kaynağı’ ve ‘açıklayıcı’ kategorilerinde yoğunlaştığı görülmüştür. Demografik değişkenler ile metafor kategorileri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak araştırmanın ikincil amaçlarındandır ve bu yönüyle sonuçlar değerlendirildiğinde değişkenler ile kategoriler arasında anlamlı ilişkiler olduğu tespit edilmiştir. Demografik değişkenler ile kategori ilişkisinde fakülte değişkeni açısından ilahiyat öğrencileri ‘açıklayıcı’ ve ‘öğretici’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken sosyal hizmet öğrencileri ‘yaşam kaynağı’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Cinsiyet değişkeni açısından ise kız öğrenciler ‘derman’ ve ‘diğer’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken erkek öğrenciler ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Lise mezuniyeti açısından bakıldığında da İHL’den mezun olanlar ‘anahtar’ ve ‘kelam’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken diğer lise mezunları ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Kur’an Kursu eğitimi alma değişkeni açısından ise Kur’an kursu eğitimi alanlar ‘derman’ ve ‘diğer’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken Kur’an Kursu eğitimi almayanlar ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Ayrıca öznel dindarlık ve aile dindarlık algılarıyla metafor kategorileri arasında da anlamlı ilişkiler elde edilmiştir. (shrink)
Kadim bir dil olan Arapça, İslamiyet’in gelişiyle birlikte kutsal bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’in dili olmuş, günümüze kadar varlığını ve önemini korumuştur. Anadili Arapça olmayanlara bu dilin öğretilmesi için farklı coğrafya ve farklı dönemlerde medreselerde veya devletin resmi eğitim kurumlarında Arapça dersleri verilmiştir. Verilen Arapça eğitimlerinde nahiv ve sarf temelli bir eğitim uygulanmıştır. Gramere dayalı bu dil eğitimi İlahiyat veya İslami İlimler fakültelerinde verilen eğitimlerle daha ileri bir seviyeye taşınmaya çalışılmıştır. İlahiyat veya İslami İlimler fakültelerinde verilen Arapça eğitimleri temelde dört (...) beceriyi kazandırma odaklı hazırlanmıştır. Ancak gramer odaklı verilmeye çalışılan Arapça eğitimlerinde hedeflenen başarı elde edilememektedir. Bu araştırmanın konusu, İlahiyat veya İslami İlimler fakültelerinde okutulan Arapça hazırlık eğitiminin değerlendirilmesi ve bu eğitimin kalitesinin arttırılması için yapılması gerekenlerdir. Bu doğrultuda bu çalışmada Bitlis Eren Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi %30 Zorunlu Arapça Hazırlık Sınıflarının 2018-2019 Eğitim ve Öğretim Yılında aldıkları Arapça eğitimi model alınmıştır. Hazırlık Sınıflarında Arapça eğitimi alan 90 öğrenciye 33 sorudan oluşan anket uygulanmıştır. Anket sonuçları değerlendirilmiş ve verilen Arapça eğitiminin kalitesi ortaya konulmuştur. Elde edilen sonuçlardan hareketle, verilen eğitimde eksik ve hatalı durumlar tespit edilerek, eğitimin daha kaliteli bir düzeye ulaştırılması için önerilerde bulunulmuştur. Giriş bölümünde İlahiyat veya İslami İlimler fakültelerindeki Arapça eğitimi hakkında bilgiler verilmiştir. Sonrasında çalışmanın amacı, önemi, sınırlılıkları, problemi ve örneklem ortaya konulmuştur. Fakültede uygulanan Arapça hazırlık eğitimi hakkında bilgiler verilmiş ve uygulanan anket çalışmaya eklenmiştir. Son olarak bulgular ve yorumlar verilerek çalışma sonuç ve öneriler ile sonlandırılmıştır. (shrink)
Çatı, eylemin özne veya nesneyle ilişkisinin niteliğini açıklayan bir kavramdır. Türkçede çatıya ilişkin kavramlar, özne ve nesne esas alınarak oldukça işlevsel bir biçimde sınıflandırılmıştır. Türkçedeki çatı kavramlarının Arapçadaki karşılıkları ise fiil kalıplarının anlamları başlığı altında yer alır. Bu anlamların ve ilgili kavramların Arapçada kendine özgü bir sistematiği ve mantığı vardır. Anadili Arapça olanlar için bu sistematik, tutarlı ve anlamlı bir yapı arz eder. Ancak anadili Türkçe olanların, Arapçada fiil kalıplarının anlamlarını ve çatı kavramlarını anlama ve anlamlandırmalarına katkı sunacak bir sınıflandırmaya (...) ve yaklaşıma da ihtiyaç vardır. Fiil kalıplarının anlamları çeşitli çalışmalara konu edilmiştir. Ancak çatı kavramları iki dilde karşılaştırılmamıştır. Bu çalışmanın amacı, Arapçadaki çatı kavramlarını, Türkçedeki çatı tasnifi üzerinden sınıflandırarak, onları Türkçeleriyle karşılaştırmaktır. Ayrıca Arapçadaki fiil kalıplarının çatı dışındaki anlam ve işlevlerine, Türkçe dilbilgisi kavramları perspektifinden bir yaklaşım geliştirmektir. Bu çalışmada, Arapçada çatı karşılığında kullanılan bina kavramının, Türkçedeki çatı kavramını da içeren daha geniş bir kavram olduğu, müteaddî teriminin, Türkçedeki geçişli, oldurgan ve ettirgen kavramlarının karşılığı olarak kullanıldığı, dönüşlülük olgusunun ise iki dildeki tarifinin farklı yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Türkçedeki çatı tasnifinin esas alınarak Arapçadaki çatı kavramlarını sınıflandırmanın Arapça çatı kavramlarını anlama ve anlamlandırma açısından da işlevsel olduğu değerlendirilmektedir. (shrink)
Mezheplerin teşekkül etmeye başladığı ilk dönemlerden itibaren istihsanın bir istidlal yöntemi olup olmadığı tartışılagelmiştir. Bu tartışmaların temelinde kavramsallaşma sürecini henüz tamamlamamış olan istihsan teriminin çağrıştırdığı keyfiliğin/sübjektivitenin etkisi çok fazladır. Bu yüzden istihsanı bir yöntem olarak benimseyenler, ağır ithamlara maruz kalmışlardır. İstihsanı benimseyenlerin başında Hanefî hukukçular gelmektedir. Öyle ki istihsan yöntemi Hanefî mezhebiyle anılır hale gelmiştir. Bununla birlikte mezhebin önde gelen temsilcilerinden biri olan ve kıyas metodunu kullanmasıyla ön plana çıkan Züfer b. Hüzeyl’in istihsana yaklaşımıyla ilgili iki farklı yaklaşım tespitedilmiştir. Yaptığımız (...) araştırma ve inceleme neticesinde her iki tespitinde isabetli olmadığını; Züfer b. Hüzeyl’inkıyas yapmadaki becerisinin yanı sıra istihsana müracaatta sonuna kadar kıyas taraftarı olduğunu; ancak kıyasın meselelere çözüm üretmede yetersiz kaldığı ya da doğru sonuç vermediği durumlarda ise ızdırârın da bir gereği olarak meseleyi hükümsüz bırakmama adına istihsana müracaat ettiği görülmektedir. Sonuç olarak Züfer b. Hüzeyl’in genel hatlarıyla Hanefî usulüne bağlı kalmakla birlikte istihsanı bir istidlâl yöntemi olarak kullanma hususunda çerçeveyi oldukça daralttığını; kıyasa başvurma konusunda ise sınırları mümkün olduğunca geniş tuttuğunu söylemek mümkündür. İctihad hürriyeti ve hukûkî zenginlik açısından oldukça önemli olan Hanefi mezhebindeki mezhep içi ihtilaflar, hukûkî istikrar ve emniyeti tehdit etme potansiyeli taşımakta ve ayrıca ihtilaflı meselelerde hüküm veya fetva verecek fakihlerin işini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle mezhep içerisindeki ihtilaflı meselelerde râcih görüşü tespit etmek, diğer bir ifadeyle mezhep içi tercih, zorunlu bir ihtiyaçtır. Mezhep içi tercih, “muayyen bir mesele ile ilgili mezhepteki muhtelif kavil veya rivayetlerden daha ağır basanı, üstün olanı belirlemek” şeklinde tarif edilebilir. Tarihi süreçte bu ihtiyacı karşılamak için muhtasar ve fetva kitapları gibi farklı telif türleri; esahh-ı akvâl ve maʻrûzât gibi farklı uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyacı gidermeyi hedefleyen uygulamalardan biri de Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki kanunlaştırmalardır. Fıkha dayalı kanunlaştırmanın ilk örneği olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye ile mezhep içi tercih arasındaki ilişki ve bu bağlamda Mecelle hazırlanırken, mezhep içi tercihte nasıl bir usûl izlendiği; râcih görüşe ne oranda uyulduğu; Mecelleʼde yer alan râcih görüşe aykırı kanun maddeleri ve bunların gerekçeleri; ihtilaflı bütün konularda düzenleneme yapılıp yapılmadığı ve râcih görüşleri belirleme ihtiyacının ne kadar giderildiği, incelenmesi gereken konulardır. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye gibi bir kanun metnine ihtiyaç duyulmasının temel nedenlerinden birisi, Hanefî mezhebinde mezhep içi ihtilafların çokluğudur. Buna bağlı olarak Mecelleʼnin hedefi râcih görüşler içeren oluşan bir kanun hazırlamaktır. Mecelle’nin esbâb-ı mûcibeleri mezhep içi tercih açısından incelendiğinde, esbâb-ı mûcibelerin iki temel işlevi olduğu görülür. Bunlardan ilki, kanunun büyük oranda mezhepteki râcih görüşlere uygun olarak hazırlandığını vurgulamaktır. Öyle ki, Mecelle’nin ilk on kitabının esbâb-ı mûcibelerinde bu husus mutlaka ifade edilmektedir. Esbâb-ı mûcibelerin diğer işlevi ise niçin bazı maddelerde râcih görüşe riayet edilmediğini gerekçelendirmektir. Esbâb-ı mûcibelerde on iki maddenin râcih olmayan görüş doğrultusunda hazırlandığı belirtilmektedir. Mecelleʼnin 1851 maddeden oluştuğu göz önünde tutulduğunda Mecelleʼnin muhtevasında râcih görüşlerin ne kadar etkili olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Esasen devrin özelliği de bunu zorunlu kılmaktadır. Zira Kitâbüʼl-Havâlenin 692. maddesinde Züferʼin râcih olmayan görüşünün tercih edilmesi, başta Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi olmak üzere bazı çevrelerin tepkisine neden olmuş ve bu sebeple Ahmet Cevdet Paşa Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye nâzırlığından ve Mecelle Komisyonu başkanlığından azledilmiştir. Râcih görüşe aykırı maddelerin esbâb-ı mûcibeleri incelendiğinde, bu yöndeki tercihlerde maslahat ve örfün belirleyici olduğu görülmektedir. Ayrıca bazı fakihlerin tercihlerinin de bir tercih sebebi olarak zikredildiği görülmektedir. Hanefi kaynaklarda en sık karşılaşılan tercih sebebi naslara uygunluktur. Buna karşın Mecelleʼde sefîhin hacri konusu dışında, naslara uygunluğun bir tercih sebebi olarak işletilmemesi dikkat çekicidir. Mecelle Komisyonunun bazı tercihlerine diğer kurumlarca müdahale edilmiştir. Komisyonca hazırlanan kitaplar hem Meclis-i Vükelâ hem de Meşîhat tarafından incelenmiş ve bu esnada bazı tashihlere konu olmuştur. İşte râcih olmayan görüş esas alınarak hazırlanan iki maddeye Meclis-i Vükelâ tarafından müdahale edilmiştir. Bunların birincisi hakk-ı mürur ve hakk-ı şirbin müstakil olarak satımının cevazını savunan Belh Meşâyihinin görüşü doğrultusunda yazılan 216. madde, ikincisi ise ecîr-i müşterekin tazmin sorumluluğunu düzenleyen 611. maddedir. Mecelle’nin ilk ve en hacimli kitabı olan Kitâbüʼl-Büyûʻun muhtevası mezhep içi tercih açısından incelendiğinde, ihtilaflı konularda genelde mezhepteki râcih görüşün esas alındığı görülmektedir. Kitâbüʼl-Büyûʻun esbâb-ı mûcibesinde, dört meselenin râcih olmayan görüş esas alınarak hazırlandığı ifade edilmekte ve bu tercihler örf ve maslahatla gerekçelendirilmektedir. Ancak Kitâbüʼl-Büyûʻdaki râcih görüşe aykırı maddeler bunlarla sınırlı değildir. Bizim araştırmamıza göre bunlara ilaveten üç madde daha râcih olmayan görüş tercih edilerek hazırlanmıştır. Bunlar beyʻ biʼl-vefânın menkullerde cevazına dair 118. madde, gabn-i fâhişin tanımı hakkındaki 165. madde ve şart muhayyerliğinin hükmü ile ilgili 309. maddedir. Bu üç madde, Mecelleʼdeki râcih görüşe aykırı düzenlemelerin sadece esbâb-ı mûcibelerde açıklananlardan ibaret olmadığını göstermektedir ve bu durum Mecelle hazırlanırken izlenen usûle aykırıdır. Hanefi mezhebindeki bazı ihtilaflı meselelerde hangi görüşün râcih olduğu konusunda tercih ehli fakihler ihtilaf etmişlerdir. Bu meselelerde Mecelleʼde düzenleme yapılırken nasıl bir yol izlendiği açıklanmamıştır. Bu meseleler incelendiğinde çoğunluk tarafından tercih edilme, kolaylığı temin etme ve bazı fakihler tarafından tercih edilme gibi hususların etkili olduğu söylenebilir. Mecelleʼdeki tercihler sadece şerʻî hükümler arasında gerçekleşmemiştir. Buna ilaveten tanımlar ve tanımlarda yer alan kayıtlar da tercihe konu olmuştur. Bu kapsamda Kitâbüʼl-Büyûʻdaki beyʻ akdi, mevkûf akid ve gabn-i fâhişin tanımına ilişkin tercihler örnek olarak zikredilebilir. Hanefi mezhebin içerisindeki ihtilaflı bazı meseleler Mecelleʼde düzenlenmemiştir. İhtilaflı meselelerin çokluğu ve dolayısıyla bütün bunları kapsayan bir kanun hazırlamanın zorluğu dikkate alındığında bu durum doğaldır. Ayrıca bu meselelerden bazıları sık gerçekleşmediği ve lüzumlu görülmediği için Mecelleʼde düzenlenmemiş olabilir. Ancak düzenleme yapılmayan ihtilaflı meselelerin tamamını bu sebeplerle izah etmek mümkün değildir. Zira yasal düzenleme yapılmayan ihtilaflı meselelerin bazıları temel, görece önemli meselelerdir ve muhtasarlarda yer almaktadır. Bu durum Mecelle hazırlanırken, ihtilaflı bazı meselelerde tercih yapmak yerine bu meselelere ilişkin düzenleme yapmama metodunun benimsendiğini göstermektedir. İhtilaftan ârî bir kanun metni oluşturmanın bir yolu olarak da bu usûlün benimsendiği söylenebilir. Böylece bu meselelerde râcih görüşü tespit etme işi hâkimlere bırakılmıştır. Bu durum Mecelleʼnin hedefi olan râcih görüşleri tespit etme ihtiyacını gidermeye uygunluk arz etmemektedir. Ancak bu durum bütün meseleleri kuşatan bir kanun yapmanın güçlüğünün bir sonucudur. (shrink)
Fasıl ve vasıl konusu, nahvin atıf konusuyla da ilişkili olarak cümlelerin bağlanma hususunu ele alan belagatın me‘ânî alanının önemli bir konusudur. Bu konuda, cümleler arasındaki anlam ilişkilerine dair bir takım kavramlar geliştirilmiş, cümlelerin bağlanmasıyla ilgili esaslar oluşturulmuştur. Bu konunun ele aldığı cümleler, aralarında sebep-sonuç, zıtlık, karşılaştırma vb. anlam ilişkileri bulunan cümleler değil, bu tür anlam ilişkileri dışında art arda gelen ve paragrafın oluşumuna katkı sunan cümlelerdir. Bu cümleler, bağlama dışında başka bir anlamı olmayan vav bağlacıyla veya bağlaçsız biçimde sıralanır. Bağlaçsız (...) sıralanan cümleler arasında modern dönemde noktalama işaretleri kullanılmaktadır. Fasıl ve vasıl konusu kendi kavramları ve sistematiği içerisinde cümlelerin bağlanmasını ve bağlanma esaslarını açıklamaktadır. Ancak bu tür cümlelerin ve bunların bağlanma konusunun Türkçe dilbilgisindeki karşılığı tartışılmamıştır. Çalışmanın bir kısmında bu konunun Türkçe kavramsal karşılığı teorik olarak tartışılmakta ve sıralı bağlı cümleler olduğu tespiti yapılmaktadır. Çalışmanın diğer kısmında ise fasıl ve vasıl konusunda ele alınan cümleler Türkçe dilbilgisi perspektifinden hareketle yeni bir bakışla sunulmaktadır. Sıralı bağlı cümlelerin noktalama işaretleriyle ilişkisi olduğundan fasıl ve vasıl konusundaki cümlelerin bu işaretlerle olan ilişkisi de açıklığa kavuşturulmaktadır. (shrink)
Fasıl ve vasıl konusu, nahvin atıf konusuyla da ilişkili olarak cümlelerin bağlanma hususunu ele alan belagatın me‘ânî alanının önemli bir konusudur. Bu konuda, cümleler arasındaki anlam ilişkilerine dair bir takım kavramlar geliştirilmiş, cümlelerin bağlanmasıyla ilgili esaslar oluşturulmuştur. Bu konunun ele aldığı cümleler, aralarında sebep-sonuç, zıtlık, karşılaştırma vb. anlam ilişkileri bulunan cümleler değil, bu tür anlam ilişkileri dışında art arda gelen ve paragrafın oluşumuna katkı sunan cümlelerdir. Bu cümleler, bağlama dışında başka bir anlamı olmayan vav bağlacıyla veya bağlaçsız biçimde sıralanır. Bağlaçsız (...) sıralanan cümleler arasında modern dönemde noktalama işaretleri kullanılmaktadır. Fasıl ve vasıl konusu kendi kavramları ve sistematiği içerisinde cümlelerin bağlanmasını ve bağlanma esaslarını açıklamaktadır. Ancak bu tür cümlelerin ve bunların bağlanma konusunun Türkçe dilbilgisindeki karşılığı tartışılmamıştır. Çalışmanın bir kısmında bu konunun Türkçe kavramsal karşılığı teorik olarak tartışılmakta ve sıralı bağlı cümleler olduğu tespiti yapılmaktadır. Çalışmanın diğer kısmında ise fasıl ve vasıl konusunda ele alınan cümleler Türkçe dilbilgisi perspektifinden hareketle yeni bir bakışla sunulmaktadır. Sıralı bağlı cümlelerin noktalama işaretleriyle ilişkisi olduğundan fasıl ve vasıl konusundaki cümlelerin bu işaretlerle olan ilişkisi de açıklığa kavuşturulmaktadır. (shrink)
Kur’ân-ı Kerîm ilimlerini araştırmak Allah indinde en şerefli amellerdendir. Özellikle de bu, Resulullah’ın ashabına öğrettiği vecih üzere vahiy lafızlarını nakletme olgusunu üstlenen kıraat ilmini araştırma olunca. Kur’ân-ı Kerîm İslam şeriatının ilk kaynağı olduğundan eskiden ve şuan âlimler Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili olan tefsir, kıraat, dil bilim, i‘râb ve benzeri ilimlere önem vermişlerdir. Ben bu âlimlerden biri hakkında konuşmak istedim. O da çeşitli şeriat ilimlerinde ilim ehli arasındaki yüksek konumundan ötürü İmam Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Talib’tir. Mekkî, şeriat ilimlerin çoğunu elde (...) etmiş nadir âlimlerden biridir. Özellikle de O, Kur’ân ve tefsir ilminde birinci mevkiyi elde etmiş ve bununla da bu ilimlerde ipi göğüslemiştir. Kırâat, tecvid, arapça dil bilgisi, fıkıh, kelam ve diğer ilimler de yüz kadar esere ulaşan telifleri arkasında bırakmıştır. Ben bu çalışmada ilk başta Mekkî b. Ebî Talib ve kıraat ilimleri ile ilgili kitapları hakkında ışık tutmak, ardından da ayrıcalıkları ve onun özellikle de araştırmacıların anlamakta ihtilaf ettikleri tevâtür konusu hakkındaki görüşleri hakkında konuşmak istedim. Çalışmamı, kırâat ilimlerinde kendisinden sonrakiler üzerindeki etkisi hakkında konuşmak ile bitiriyorum. (shrink)
Religion is not an evolutionary adaptation per se, but a recurring by-product of the complex evolutionary landscape that sets cognitive, emotional and material conditions for ordinary human interactions. Religion involves extraordinary use of ordinary cognitive processes to passionately display costly devotion to counterintuitive worlds governed by supernatural agents. The conceptual foundations of religion are intuitively given by task-specific panhuman cognitive domains, including folkmechanics, folkbiology, folkpsychology. Core religious beliefs minimally violate ordinary notions about how the world is, with all of its (...) inescapable problems, thus enabling people to imagine minimally impossible supernatural worlds that solve existential problems, including death and deception. Here the focus is on folkpsychology and agency. A key feature of the supernatural agent concepts common to all religions is the triggering of an "Innate Releasing Mechanism," or “agency detector,” whose proper domain encompasses animate objects relevant to hominid survival - such as predators, protectors and prey - but which actually extends to moving dots on computer screens, voices in wind, faces on clouds. Folkpsychology also crucially involves metarepresentation, which makes deception possible and threatens any social order; however, these same metacognitive capacities provide the hope and promise of open-ended solutions through representations of counterfactual supernatural worlds that cannot be logically or empirically verified or falsified. Because religious beliefs cannot be deductively or inductively validated, validation occurs only by ritually addressing the very emotions motivating religion. Cross-cultural experimental evidence encourages these claims. (shrink)
This essay investigates the political economy of sexuality through an interpretation of sex shows for foreigners in Bangkok, Thailand. Reading these performances as both symptoms of, and analytical commentaries on, Western consumer desire, the essay suggests the ‘pussy shows’ parody the mass production that was a hallmark of Western masculine identity under Fordism. This reading makes a case for the erotic generativity of capitalism, illuminating how Western, post-Fordist political economy of the post-1970s generated demand for these erotic services in Asia (...) and how Western, heterosexual masculine desire is integrated into global capitalist circuits. (shrink)
Inducing religious thoughts increases prosocial behavior among strangers in anonymous contexts. These effects can be explained both by behavioral priming processes as well as by reputational mechanisms. We examine whether belief in moralizing supernatural agents supplies a case for what McKay & Dennett (M&D) call evolved misbelief, concluding that they might be more persuasively seen as an example of culturally evolved misbelief.
Medical tourism describes a new pattern of movement of people for medical care, particularly from wealthier to poorer countries. Using the example of Thailand, where annually a million non-Thai patients seek medical treatment, this article provides a critical analysis of the political economic contexts for this medical migration. Drawing on urban geography and heterodox economics, the article considers medical tourism as an interaction of bodily, national, and global scales shaped by processes of globalization. This approach provides a thick context for (...) the transnational care of bodies while proposing that the bodily scale also has a role in reformulating the scale of the nation. (shrink)
Behavioral scientists routinely publish broad claims about human psychology and behavior in the world's top journals based on samples drawn entirely from Western, Educated, Industrialized, Rich, and Democratic (WEIRD) societies. Researchers assume that either there is little variation across human populations, or that these are as representative of the species as any other population. Are these assumptions justified? Here, our review of the comparative database from across the behavioral sciences suggests both that there is substantial variability in experimental results across (...) populations and that WEIRD subjects are particularly unusual compared with the rest of the species hence, there are no obvious a priori grounds for claiming that a particular behavioral phenomenon is universal based on sampling from a single subpopulation. Overall, these empirical patterns suggests that we need to be less cavalier in addressing questions of human nature on the basis of data drawn from this particularly thin, and rather unusual, slice of humanity. We close by proposing ways to structurally re-organize the behavioral sciences to best tackle these challenges. (shrink)
The authors find East Asians to be holistic, attending to the entire field and assigning causality to it, making relatively little use of categories and formal logic, and relying on "dialectical" reasoning, whereas Westerners, are more analytic, paying attention primarily to the object and the categories to which it belongs and using rules, including formal logic, to understand its behavior. The 2 types of cognitive processes are embedded in different naive metaphysical systems and tacit epistemologies. The authors speculate that the (...) origin of these differences is traceable to markedly different social systems. The theory and the evidence presented call into question long-held assumptions about basic cognitive processes and even about the appropriateness of the process–content distinction. (shrink)
The evolutionary landscape that canalizes human thought and behavior into religious beliefs and practices includes naturally selected emotions, cognitive modules, and constraints on social interactions. Evolutionary by-products, including metacognitive awareness of death and possibilities for deception, further channel people into religious paths. Religion represents a community's costly commitment to a counterintuitive world of supernatural agents who manage people's existential anxieties. Religious devotion, though not an adaptation, informs all cultures and most people.
In our response to the 28 (largely positive) commentaries from an esteemed collection of researchers, we (1) consolidate additional evidence, extensions, and amplifications offered by our commentators; (2) emphasize the value of integrating experimental and ethnographic methods, and show how researchers using behavioral games have done precisely this; (3) present our concerns with arguments from several commentators that separate variable from or ; (4) address concerns that the patterns we highlight marking WEIRD people as psychological outliers arise from aspects of (...) the researchers and the research process; (5) respond to the claim that as members of the same species, humans must have the same invariant psychological processes; (6) address criticisms of our telescoping contrasts; and (7) return to the question of explaining why WEIRD people are psychologically unusual. We believe a broad-based behavioral science of human nature needs to integrate a variety of methods and apply them to diverse populations, well beyond the WEIRD samples it has largely relied upon. (shrink)