The topic of our discussion is extremely complex by virtue of the diversity of problems it covers, their contradictions, and their many layers. An objective analysis is complicated by the fact that we are "by origin from there," that we were all drawn into the process, and that it is difficult, if not impossible, for us to distance ourselves from this fact. Being involved in what happened is, on the one hand, a positive factor: it gives access to occurring events (...) through a knowledge of facts and details that is difficult, if not impossible, to obtain for an investigator of the events many years later. But such involvement not only discloses the truth, it also creates the illusion that one possesses the truth, because a participant in events often makes his personal beliefs about them the basis of theoretical generalizations. A participant and a witness are very different categories in terms of their objective relation to actual facts. (shrink)
From the Editors:Such was the topic considered by members of a new discussion club, "The Free Word" [Svobodnoe slovo] , along with specialists from the Institute of Philosophy, USSR Academy of Sciences.
İhtilaflar fıkhını, hilâf ilmini ve mukayeseli fıkıhı tanım ve oluşum açısından ayırdım. Fıkıhçıların ihtilaflarının öne çıkan faydalarını zikrettim ve ihtilaflar fıkhı alanında eser yazarken kullanılan altı yöntemi kitap ve fıkhî problem örnekleri ile belirttim. Alanda çalışanların günümüzde ve geçmişte kullanılan eser yazma yöntemini göstermesi için hilâf ilminde kullanılan bir yöntemi, mukayeseli hukukta ise dört yöntemi zikrettim.
İslam hukuku tarihine baktığımızda fıkıh usûlünün bir süreç içerisinde geliştiğini söylemek mümkündür. Bu süreç içerisinde, mezhep imamları de-diğimiz müçtehitler başta olmak üzere birçok âlimin, fıkıh usûlü ilminin yapısını oluşturan katkılarından bahsedilebilir. Örneğin İmam Ebû Hanîfe’nin istihsana başvurması, İmam Mâlik’in amel-i ehli Medine ile amel etmesi ve İmam Şafiî’nin hem Ehl-i rey hem de Ehl-i hadisin fıkhını mezcederek elde ettiği formasyonla “er-Risâle” adlı eserinde bir usûl ortaya koyması fıkıh usûlü ilminin yapısını oluşturan katkıların başında gelmektedir. Bu katkıların yanında özellikle mezheplerin kurumsallaştığı (...) dönem ve sonrasında Gazalî, İbn Teymiyye, öğrencisi İbn Kayyım ve Şâtıbî gibi âlimlerin, fıkıh usulüne dinamizm kazandırmak adına söz konusu ilme yönelik birtakım yenileme çabaları ortaya koydukları bilinmektedir. Modern dönemde ise fıkıh usûlünü yenileme çabalarının klasik döneme göre daha net ve yaygın olduğu görülmektedir. Bu dönemde fıkıh usulüne yönelik yenileme çabalarını iki merhalede değerlendirmek mümkündür. Bu merhalelerin birincisi, fıkıh usûlünü yenilemeye çağrı merhalesi, ikincisi ise fıkıh usûlünü yenilemenin amelî merhalesidir. İkinci merhalede âlimlerin dinî, siyasî, sosyal ve felsefî eğilimlerine bağlı olarak kendi içinde de farklı tezler içeren “fıkhî ve usûlî yaklaşım” ve “fikrî ve felsefî yaklaşım” olmak üzere iki temel yaklaşımdan bahsedilebilir. Bu çalışmada kendi içinde de farklı eğilimlere sahip fikrî ve felsefî yaklaşımın fıkıh usûlünü yenilemeye dair görüşlerini, Fazlurrahman,, Hasan Turabî ve Muhammed Müctehid Şebusterî örnekliğinde sunmaya çalıştık. (shrink)
Russkiĭ kosmizm v poiskakh absoli︠u︡ta : paralleli i peresechenii︠a︡ v muzykalʹnom, poėticheskom i izobrazitelʹnom tborchestve 1910-1920-kh godov -- Liki Moderna -- Putʹ k modernu : Georgiĭ Lʹvovich Katuar -- Stilʹ modern v tvorchestve Frederika Diliusa : kont︠s︡ert dli︠a︡ fortepiano s orkestrom do minor -- Stilʹ modern i tvorchestvo Bely Bartoka (na primere opery "Zamok gert︠s︡oga Sini︠a︡i︠a︡ Boroda") -- Frit︠s︡ Kreĭsler i stilʹ modern -- Klod Debi︠u︡ssi i Moris Ravelʹ : muzyka dli︠a︡ arfy -- Klod Debi︠u︡ssi : dvenadt︠s︡atʹ ėti︠u︡dov dli︠a︡ fortepiano (...) : ot ėkzersisa do installi︠a︡t︠s︡ii -- O dikhotomii "muzhskogo" i "zhenskogo" v Pi︠a︡toĭ sonate A.N. Skri︠a︡bina (na primere motivnoĭ metriki) -- Pod znakom moderna : A.N. Skri︠a︡bin i S.S. Prokofʹev v 1913 godu -- Avangard i modern v retrospektive -- O proi︠a︡vlenii︠a︡kh "modernizma" v ispolnitelʹskom iskusstve : F. Buzoni, M. I︠U︡dina, G. Gulʹd -- Sudʹba providt︠s︡a : fortepiannai︠a︡ muzyka Ėrika Sati v sovremennom akademicheskom muzykalʹnom mire -- Otgoloski ėpokhi modern : o nekotorykh smyslovykh osobennosti︠a︡kh sovremennykh fortepiannykh sochineniĭ (Ė. Denisov, S. Slonimskiĭ, G. Zaĭt︠s︡ev) -- Zapadnye pianisty - ispolniteli russkogo avangarda pervoĭ volny : Sh. Shleĭermakher, Kh. Khenk, M.-A. Amlen -- Muzyka k filʹmu "Kabinet doktora Kaligari" : mezhdu tvorcheskoĭ rekonstrukt︠s︡ieĭ i istoricheskoĭ imitat︠s︡ieĭ -- Podvodi︠a︡ itogi -- "Pozdniĭ modernizm" v muzyke kont︠s︡a XX - nachala XXI veka : nekotorye nabli︠u︡denii︠a︡ -- Po sledam konferent︠s︡ii "Ot moderna k futurizmu" (virtualʹnai︠a︡ beseda za kruglym stolom). (shrink)
I. Musulʹmansʹka kulʹtura ĭ filosofii︠a︡ na pivdennoukraïnsʹkykh zemli︠a︡kh -- Filosofsʹkyĭ sufizm Ibrahima alʹ-Kyrymi -- Abu lʹBaka'alʹ-Kafauvi: paradyhma postklasychnoho syntezu nauk -- Rat︠s︡ionalizm Mukhammada alʹ-Kafauvi ta Mukhammada alʹ-Akkirmani -- II. Obraz ti︠u︡rksʹkykh narodiv v ukraïnsʹkiĭ literaturi rannʹomedrnoï doby.
Fıkıh ve tasavvuf, bir insanın günlük yaşamı ile doğrudan alakalı olan iki disiplindir. Bundan dolayı İslam âlimleri, hemen her devirde bu iki alan arasında dinamik bir ilişkinin varlığını fark etmişler ve bu durumu daima göz önünde bulundurmuşlardır. Diğer taraftan söz konusu alanların temel kaynağının Kur’ân ve sünnet olması gerçeği de bu ilişkinin göz ardı edilememesinin nedenlerden biri olarak görülebilir. Bu minvalde çıkış noktaları itibariyle fıkhı ve tasavvufu bir araya getiren Kur’ân olduğu için, mutlaka ona yönelmek gerekir. Bu durumda, mevcut ahkâm (...) âyetlerinin mutasavvıflarca nasıl anlaşıldığı ve yorumlandığı hususu karşımıza çıkmaktadır. Meseleye teferruatlı bir şekilde vakıf olabilmek ve sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için onun, ancak bir işârî tefsir özelinde daha açık bir şekilde ele alınması gerekir. Bu sebeple makalede örnek bir İşârî tefsir olarak Ḳuşeyrî’nin Leṭâifü’l-işârât'ında müellifin ilgili âyetlere hangi İşârî anlamları verdiği ve bu sayede fıkıh tasavvuf ilişkisini nasıl kurduğu somut veriler ışığında tespit edilmeye çalışılmıştır. (shrink)
İslam hukukun temel ilkelerinin yazımında ve beyanında usûlcülerin yöntemleri farklıdır. Şîrâzî, fıkıh usûlünde birçok kitap telif etmiş, şöhreti yayılmış bir usûlcüdür. Bu çalışmada Şîrâzî’nin ve onun en önemli kitaplarından olan “el-Luma’ fî usûli’l-fıkh”ın tanıtımı yapılacak ardından yönteminin en belirleyici özellikleri ve kitabının içeriğini sunma yaklaşımı açıklanacaktır. Böylece uygulamalı bir şekilde mensup olduğu fıkhî ekolün ayırt edici özelliklerinin tesbiti yapılacaktır. Araştırmanın neticesinde Şîrâzî’nin mütekellim metodunu takip ettiği sonucuna varılmıştır. Eserinde fıkıh usûlünün bir dizi teriminin tanıtımına ve usûl kaidelerinin beyanına yer vermesi, (...) onları farklı kanıtlarla doğrulaması ve kaleme alması metodunun belirleyici özelliklerindendir. Şîrâzî, akli, nakli ve dilin delaleti olmak üzere farklı deliller kullanır. Selefin araştırdıkları konuları nakledip kapsamlı bir incelemeyle tartışmalı konuları aktarır. Furu’u fıkıh konularına veciz bir şekilde, sadece temel kaideleri açıklaması ve örnek olması açısından değinir. Eserinde fıkıh usûlü konularına ayrıntılı bir şekilde yer verir ancak kelamî konulara yer vermez. Şîrâzî’nin görüşlerinin kesin delillerle desteklenmesi fikrî bağımsızlığına işarettir. O, araştırmasında tarafsız ve bağımsızdır. Herhangi bir mezhep taassubu düşüncesi yoktur. İhtilaflı meselelerde muhaliflerin delillerini zikretmemesinden ötürü eleştirilmiştir. Eseri bazı meseleler hariç fıkıh usûlünün bütün konularını şamildir. Alanında faydalı ve ulemanın istifade ettiği bir eserdir. (shrink)
Modern dönemde iletişim ve ulaşımda teknolojinin gelişmesiyle birlikte dünya küçük bir köy haline gelmiştir. Bu dönemde Batı sistemi maneviyatı ve ahireti bırakıp maddiyat ve dünya için belli araç ve gereçleri üreterek modern medya alanına egemen olma gücünü elde etmiştir. Bu durum özellikle İslam’a saldıran söylemlerin tırmanması, dini gruplara saldırıların artması ve İslami içeriklerle savaşın büyümesiyle birlikte İslami medyayla uğraşanların hitap önceliklerini tekrar gözden geçirmelerini gerekli kılmıştır. Aslında bu meydan okumalar İslam medyasının daha önce sıkıntısını yaşadığı ve halen de devam eden (...) sorunlara dayanmaktadır. Medya alanında çalışılabilecek çok sayıda konu bulunmaktadır. Bunlar arasında en az tercih edilen konu ise makâsıd ya da evleviyyât bakış açısı ve makâsıd ictihâdı çerçevesinde medyaya bakma konusudur. Bu çalışmada bu konu araştırma konusu olarak seçilmiştir. Bu konunun seçimi, birtakım varsayımlara dayanmaktadır. En önemlisi de makâsıd ilminin ölçü olması ve evleviyyât fıkhıdır. Bu ölçü genel olarak medya ilminin öncüleri ve özel olarak da İslami medyanın öncüleri için makâsıd bakışını sunabilen bilişsel teorilerin ve yöntemsel imkânların amaçladığı önemli niteliklerden biridir. Böylece makalenin sorusu şu şekilde ifade edilebilir: Ümmetin kalkınmasını, liderliğini ve diğer milletler üzerindeki etkisini gerçekleştirmek amacıyla makasıdü’ş-şerî‘aya dayalı öncelikler fıkhının kuralları, çağdaş medya alanına nasıl uygulanabilir? Bu çalışma iki bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde medya alanındaki öncelikler fıkhı kavramı ve bu alandaki bu fıkhı dikkate almanın delilleri ele alınmıştır. İkinci bölümde öncelikler fıkhının kurallarını modern medya alanına tatbik etme konusu ele alınmıştır. Ayrıca makâsıd kuralları, nevazil fıkhının kuralları ve vesail kuralları olan üç kural çeşidine göre her bir mertebe için örnekler verilmiştir. Bu düşünceyi temellendirmenin birçok yönü bulunmaktadır. Fakat bu konu iki yönden ele alınmıştır. Birincisi medya yönündür. Burada öncelikleri modern medya ilminde düzenleme teorisi ele alınmıştır. İkincisi makâsıd yönüdür. Burada makâsıdü’ş-şeri‘a ilmine dayanan önceliklerin kuralları ele alınmıştır. Bu çalışmada biraz karşılaştırma yöntemi kullanmanın yanı sıra genel olarak niteleme, tahlil ve istinbât yöntemleri kullanılmıştır. Bu çalışma neticesinde makâsıd ilmini medya alanıyla ilgili ictihâdî bakışta işletmenin zaruri olduğuna ve bunun bilimsel bir lüks olmayıp zorunlu olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca modern İslami düşünce medyasının genel olarak makâsıdü’ş-şeri‘a ölçüleri ve özel olarak da hitap ve medya makâsıdının ölçüleriyle yönlendirmesi gerektiği sonucu elde edilmiştir. Medyanın yakın, orta ve uzak stratejilerini geliştirerek evleviyyât fıkhını işler hale getirmenin zorunlu olduğunu öneriyoruz. Ayrıca medya ve makâsıdü’ş-şeri‘a alanlarında araştırma yapan ve bu ilimlerle meşgul olanların medyayı makâsıd fıkhıyla çerçeveleme ve medya alanında makâsıdı çalıştırma konusunda ortak ciddi çalışmalar yapmalarını öneriyoruz. (shrink)
Fıkıh literatüründe sünnet önemli bir yere sahiptir. Çünkü fıkhın temeli Hz. Peygamber tarafından atılmış ve fıkhın gayesini en iyi bilen ve uygulayan kendisi olmuştur. Bu sebeple şer’î amelî konularda hüküm istinbatı için müctehid imamlar, Kur’an’dan sonra sünnete başvurmuşlardır. Bununla birlikte müctehid imamlar, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerin bazılarını kabul ve onlarla amel etmede görüş ayrılıkları yaşamışlardır. Görüş ayrılıklarının temelinde ise sünnetin ekseriyetini teşkil eden haber-i vâhid vardır. Çünkü haber-i vâhid yapısal açıdan yalan, yanlışlık ve vehm ihtimali bulundurması yanında doğruluğu zan ile (...) sabit olması sebebiyle özellikle Hanefî usûlcülerine göre bilgi ifade etmez. Bu yönüyle haberi vâhid, mütevâtir haber kadar kuvvetli ve bağlayıcı olmayıp zannî bir bilgi ifade eder. Bu doğrultuda haber-i vâhid, “bilgi gerektirmez, zan gerektirir” şeklinde ifade edilmiştir. Bu ifade bağlamında şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Haber-i vâhid, bilgi ifade etmediği halde, onunla amel edilmesi mümkün müdür? Bu sorudan hareketle zan ifade eden haber-i vâhidin hücceti ve onunla amel edilmesinin mümkün olup olmadığını, mezheplerin haber-i vâhide yaklaşımlarının nasıl olduğunu ve bu durumun cenaze bahsine ilişkin hükümlere nasıl yansıdığını ortaya koymak amacıyla bu çalışma ele alınmıştır. Dolayısıyla bu çalışmanın konusu, haber-i vâhidin hücceti için mezheplerin ileri sürdüğü farklı şartlar ve bu şartların hükümlere -cenaze namazı özelinde- etkisi ile sınırlıdır. Yöntem olarak öncelikle kavramsal çerçevede haber-i vâhidi tanımlamak, bilgi değerini ortaya koymak ve mezheplerin onunla hücceti noktasında benimsedikleri şartları tespit etmek amacıyla ilgili mezheplerin usûl eserleri incelenmiştir. Daha sonra mezheplerin benimsediği bu usûlî yöntem, cenaze bahsindeki yerini belirlemek üzere ilgili mezheplerin fürû kitapları taranmıştır. Bu metottan hareketle mezheplerin usûlde benimsediği ilkenin fürû meselelerine nasıl yansıdığı, haber-î vâhidin zannî bilgi ifade etmesine rağmen onunla amel etmenin gerekçesi ve cenazeye ilişkin bazı hükümlerde mezheplerin farklı hüküm benimsemelerinin nedeni ortaya konulacaktır. (shrink)
Bu araştırma hicri birinci asrın ilk yarısında varlık gösteren Basra’nın, fıkhıyla meşhur bazı sahâbîlere ev sahipliği yapmasına rağmen hadis ve fıkıh ilimlerinde, aynı dönemde öne çıkan Kûfe’den geri kalmasının muhtemel sebeplerine odaklanmaktadır. Söz konusu sahâbe arasında öne çıkanlar, Basra’da on iki sene ikamet etmiş olan Ebû Musa el-Eş’arî ve dört sene bulunan İbn Abbas’tır. Mezkûr iki sahâbenin fıkhî müktesabatlarının yanında çok sayıda hadis rivayetine sahip olduğu da bilinmektedir. Ancak buna rağmen her ikisinin de İbn Mes‘ûd’un, Kûfe’de yaptığı etkiyi gösterdikleri söylenemez. (...) Araştırmada, Basra’da meskûn bulunan sahâbeyle ilgili rivayetlerin tahlil ve değerlendirmesine dayalı bir yöntem takip edilmiş olup, özellikle sahâbe ile tâbiînin ilmî ilişkilerine yoğunlaşılmıştır. Bununla beraber coğrafya ve kuruluş bakımından benzerlik gösteren Kûfe şehrindeki sahâbenin ilmî etkisi ve tâbiîn neslinin faaliyetleri bakımından bir takım karşılaştırmalarda bulunulmaktadır. Makalenin, konu hakkında öngördüğü birinci ihtimal, söz konusu sahâbîlerin ordugâh şehrinde yaşamanın gereği olarak fetihlerle meşgul olmalarıdır. Bu sonuç ilk olarak Ebû Musa el-Eş’arî’nin sireti üzerine yapılan incelemelerde ortaya çıkmıştır. Söz konusu ilmî gecikmeye sebep olan ikinci ihtimalin ise bahsi geçen sahâbenin ilimlerini yaymak adına aktif davranmamaları olduğu söylenebilir. Bu durumda sahâbenin ilmî kişiliklerinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Diğer bir ihtimal, Basra’daki tâbiîn neslinin, sahâbeden ilim alma hususunda sarfettikleri çabanın, Kûfelilere kıyasla daha az olmasıdır. Bahsi geçen durumda Basra’nın bedevî kabile yapısının önemli bir etkili olduğu düşünülmektedir. Konuyla ilgili zikredilebilecek son ihtimal ise ilmî yapının teşekkül etmeye başladığı süreçte vuku bulan fitne ve karışıklıklardır. Nitekim bir müddet valilik görevini yürüten İbn Abbas’ın, bu süre zarfında ilim ve eğitim faaliyetleriyle ilgilenemediği görülür. Özetle araştırmanın ulaştığı en önemli sonuç; Basra’nın hicri birinci asrın ilk yarısında, İbn Mes’ûd tarafından kurulan Kûfe’ye kıyasla hadis ve fıkıh ilimlerinde gelişmiş bir şehir olmadığıdır. (shrink)
Dört büyük fıkıh mezhebinden birisinin kurucusu olan İmam Malik, sahih rivayetleri derlediği eserine Muvatta adını vermiştir. Muvatta aynı zamanda ilk fıkıh formülasyonu durumundadır, ilk müslüman toplumun resmini çizen bir kaynak durumundadır ve İslam'ın yazıya geçirilmeden önce bir aksiyon olarak yaşanan halini ortaya koymaktadır. Fıkhın ve hadisin ilk yazılı kaynaklarından birisini teşkil eden bu eser, hadislerin sıhhatine yönelik özellikle batı kaynaklı eleştirilere en iyi cevap durumundadır. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki raviler, Muvatta'ı aynı şekilde nakletmek suretiyle sahih hadislerin aynı zamanda Hz. Peygamber döneminden (...) itibaren müslüman toplumun geleceği olduğunu ortaya koymuşlardır. (shrink)
Spatial metaphors of affect display remarkable consistencies across languages in mapping sensorimotor experiences onto emotional states, reflecting a great degree of similarity in how our bodies register affect. At the same time, however, affect is complex and there is more than a single possible mapping from vertical spatial concepts to affective states. Here we consider a previously unreported case of spatial metaphors mapping down onto desirable, and up undesirable emotional experiences in Mlabri, an Austroasiatic language of Thailand and Laos, making (...) a novel contribution to the study of metaphor and Cognitive Linguistics. Using first-hand corpus and elicitation data, we examine the metaphorical expressions: klol jur ‘heart going down’ and klol khɯn ‘heart going up’/klol kɔbɔ jur ‘heart not going down’. Though reflecting a metaphorical mapping opposite to the commonly reported happy is up metaphor, which is said to link to universal bodily correlates of emotion, the Mlabri metaphors are far from idiosyncratic. Rather, they are grounded in the bodily experience of positive low-arousal states, and in that reflect an emic view of ideal affect centered on contentment and tranquility. This underscores the complexity of bodily experience of affect, demonstrating that cultures draw on the available sensorimotor correlates of emotion in distinct ways. (shrink)
Türkiye'de yapılan din sosyolojisi çalışmaları beraberinde nesnel olanı tarafsız bir tarzda inceleme kaygısını her zaman sürdürmüştür. Ülkemizdeki çalışmaların İslam dini ve İslam temelli farklı dini gruplar üzerine yoğunlaşması metodolojik olarak din sosyolojisinin tarafsızlığı problemini gündemde tutmuştur. Bununla beraber Türk toplumunu ve İslamiyet’in hâkim din olduğu diğer toplumları anlamak, dini olduğu kadar sosyolojik olarak da ilk kaynaklara inmekle, vahyin ilk muhataplarının davranışlarını yorumlamakla mümkün olacağı dikkate alınmalıdır. Özellikle İslam tarihinin özel bir dönemi olan “Râşid Halifeler Dönemi” ictihadları, hem İslam fıkhının teşekkülünde (...) hem de Müslüman milletlerin toplumsal yapılanmalarında şer’i ve rasyonel bir kaynak olarak refere edilmiştir. Bu bağlamda Müslüman toplumların idari ve içtimai teşekkülü meselesinde ilk dört halifenin ictihadlarının etkisi ve bu ictihadların sosyolojik veçheleri nelerdir sorusu irdelenecektir. Bir “İctihad Sosyolojisi” denemesi olacak bu çalışma, Sosyoloji ve Fıkıh ilmi için ortak bir çalışma alanı olanaklarını sorgulamayı da amaçlamaktadır. (shrink)
Our purpose is to present some connections between modal incompleteness andmodal logics related to the Gödel-Löb logic GL. One of our goals is to prove that for all m, n, k, l ∈ ℕ the logic K + equation image□i □jp ↔ p) → equation image□ip is incomplete and does not have the fixed point property. As a consequence we shall obtain that the Boolos logic KH does not have the fixed point property.
This article presents the first comprehensive study of Syriac rhetoric in late antiquity. It builds on existing scholarship on the Syrians’ engagement with Graeco-Roman paideia and Christian rhetoric, but it also goes further in that it draws attention to the Syrians’ participation in Near Eastern rhetorical traditions (mainly transmitted through Aramaic) and in the rhetoric of the Hebrew Bible, which was translated into Syriac without Greek intermediaries. At the same time, this article demonstrates that Syriac rhetoric flourished in distinctive and (...) original ways: It developed its own literary genres (with a strong predilection for poetry and a sensibility for gendered voices), performative settings (including the liturgy and the school), and thematic domains (notably Scriptural exegesis and religious controversy). It is especially remarkable that an elaborate “meta-rhetorical” reflection flourished in Syriac, as it first emerged in the work by Antony of Tagrit in the ninth century and in the broader context of late antique and Byzantine Aristotelianism. This comprehensive survey and its conceptual systematisation are designed to facilitate further research on Syriac rhetoric both during late antiquity and in later centuries, when the Syrians’ interaction with Arabic rhetoric came to play an increasingly influential role.Syriac words are given in a simplified transcription. For consonants, the standard system in use for Semitic languages is followed; spirantisation of b g k p t is marked by v gh kh f th respectively. East Syrian vocalisation is generally adopted unless the words are quoted from a West Syrian author; vowel length is not marked, with the exception of a/ā and e/ē in Eastern Syriac. (shrink)
Özet Dini bilginin temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’in Peygamberimizden bize haber yoluyla intikal ettiği hususu izahtan vârestedir. Rasûlullâh demek, Allah’tan aldığı bilgiyi insanlara ileten elçi, haberci demektir. Bu nedenle Peygamberlerden bize ulaşan dini bilgiye de haber ya da haber-i resûl denilmiştir. Rasûlullâh’tan teşrî’ ile ilgili gelen her haber, duyanlar ve tevâtür yoluyla ulaşılanlar için bila şek vela ihtilâf, kesinkes doğru ve bağlayıcıdır. Ancak bazı haberlerin Rasûlullâh’a nisbeti kesin olmadığı için ya da nisbeti kesin olsa da delâleti kesin olmadığı için (...) o haberlerin ifade ettiği bilgi de kesin değil, zannîdir. Kimi güdümlü veya meselenin mâhiyetinden bihaber bazı kişilerin; dinde zanla amel edilmez gibi temelsiz iddialarını bir tarafa bırakacak olursak, zannî bilgi, kesin bilgi mucibince bağlayıcıdır. Zannî bilginin, birden çok ihtimal barındırıp ictihad alanı olması bu durumu değiştirmez. Nitekim furû-i fıkhın çoğu zannî bilgi ifade eden haber-i vâhid ve ictihada mebnidir. İctihad, İslam hukukunun çok geniş bir alanını kapsamaktadır. Âmil durumda olduğu kıyas başta olmak üzere mesâlih-i mürsele, istihsan, sedd-i zerayi, sahâbe kavlinin delil değeri, istıshab, istıslah ve örfü de göz önüne aldığımızda karşımıza devasa bir alan çıkmaktadır. Bu kadar büyük bir alanı kapsayan ve böylesine ehemmiyetli bir konunun her türlü ilgi, alaka ve araştırmayı hak ettiğini düşünüyoruz. Sınırlı naslarla, sınırsız ihtiyaç ve sorunlara çözüm bulabilmenin yegâne yolu ictihattır. Aynı zamanda ictihat, İslam’ın kıyamete kadar her çağda ve her toplumda yaşanabilmesinin de temelidir. Dolayısıyla Zannî bilgiyi ve ictihadı reddetmek, İslam hukukunu sosyal yaşamdan çekmek demektir. Bu çalışmada, zannî bilginin tanımına, kapsamına, delil değerine, ictihadın tanımına, zanniyâtlarda ictihad edebilmenin delillerine, ictihad edebilme ehliyetine, zannî bilginin ve ictihadın reddi durumunda ortaya çıkacak sonuçlara yer verilmiştir. (shrink)