Kavramlar doğru anlamlandırılmadığı takdirde meselelerin anlaşılması noktasında yanlış sonuçlara varmanın kaçınılmaz olduğu bir hakikattir. Fıtrat kavramı bu manada insanın neliği bağlamında başat kavram olarak her daim farklı değerlendirmelere konu olmuştur. İnsanın, gerek kendisini var eden Allah ile olan ilişkisi gerekse hemcinsleriyle ve içerisinde yaşadığı âlemle ilişkisi çerçevesinde bu kavramın anlam alanının tespiti yine ait olduğu dünya üzerinden yapıldığı zaman konu hakkında doğru sonuçların elde edilmesine imkân tanıyacaktır. Kur’ân ve hadislerde yerini bulan fıtrat kavramının anlam alanına yönelik çalışmaların bu alanlarda derinlemesine (...) tahlili noktasında söz konusu metinleri, kendi iç bütünlükleri ve birbirleriyle olan ilişkileri bağlamında meseleyi ele alması, en sağlıklı yol olacaktır. Bu çalışmada kavramın önce sözlük anlamı, türevleri üzerinden ele alınmış daha sonra Kur’ân ve hadislerde geçtiği durumları, belirtilen usûl üzerinden değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Sonuç olarak luğavî anlamı da dikkate alınarak fıtrat kavramı ile Kur’ân’da insanın Allah’la ilişkisine, hadislerde ise insanın doğasındaki sâfiyete ve insanlarla olan ilişkisinde dikkat gerektiren yönüne vurgu yapıldığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. (shrink)
Molla Halil’e göre insanların bu dünyada yaptıkları iyiliklere karşılık Yüce Allah onları ahirette lütfuyla nimetlendirecek ve Cennetine koyacaktır. Bu, Allah’ın insanlara bir va‘didir. Allah va‘dinden asla dönmez. Çünkü Allah’ın va‘dinden dönmesi, O’nun hakkında bir eksiklik sayılır. Ancak bu durum O’nun için vucûbiyet ifade etmez. Vucubiyet kavramı çeşitli anlamlarda kullanıldığı için anlam kargaşasına yol açabilir. Buna sebebiyet vermemek için kelamda özellikle de bu makalede “zorunluluk” anlamına kullanılacak olup bazen gereklilik anlamı da ihtiva edebilir. Allah, kötülük yapanları ise adaletiyle cezalandıracaktır. Bu da (...) Allah’ın va‘îdi olup, va‘îdi’nden dönebilir. Bu, O’nun hakkında bir noksanlığa sebebiyet vermez. Çünkü cezalandırmaktan vazgeçmesi Allah’ın merhametinin ve lütfunun bir sonucudur. Bununla birlikte ne va‘d ve ne de va‘îd Allah’a vacip değildir. Molla Halil’e göre, büyük günah insanı imandan çıkarmaz. Mu‘tezile’ye göre büyük günah işleyen kimse dünyada ne mümin olur ne de kâfir ikisinin arasında bir yerde durur. Buna da fasıklık denir. Haricîlere göre ise, ister büyük, isterse küçük olsun, her türlü günah sahibini iman dairesinden çıkarır ve küfür dairesine dahil eder. Molla Halil’e göre, ahiret hayatı ruh ve cesetle birlikte olacaktır. Bu üm-metin günahkârlarına peygamberler, şehitler ve salih kimseler şefaat edecek-tir. Mu‘tezile‘ye göre şefaat sadece iyilerin derecesinin yükselmesi içindir. Günahkârlar için şefaat olmayacaktır. Günahkâr müminler Cehenneme girseler de ebedi kalmayacaklar. Kâfirlerin azapları ise devamlı olacak ve bunlar ebedi olarak Cehennemde kalacaklardır. Biz bu makalede önce sevap ve İkâb kelimelerinin lügat ve ıstılah anlamları üzerinde duracak, sonra bu bağlamda ayet ve hadislerde verilen bilgileri ve bunların açıklamalarını ele alacağız. Daha sonra Molla Halil’in bu konulara dair görüşlerini sunmaya çalışacağız. Onun sevap ve İkâb ile ilgili tanımlarını, bunların sonuçlarına dair yaşanacakları ve varılacak yerleri ele alan yaklaşımlarını sunmaya çalışacağız. Burada farklı görüşlere sahip olmaları nedeniyle çoğunlukla Mu‘tezile’nin ve az da olsa Haricilerin görüşlerine de mukayese oluşturması için değineceğiz. Burada sadece Molla Halil’in görüşlerini değil, onun içinden geldiği Ehli Sünnetin görüşlerini, sünni kaynakları temel alarak aktarmaya çalışacağız. (shrink)
Öz Çalışmanın konusu irfanî geleneğin on beşinci yüzyıldaki önemli temsilcilerinden ve aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin takipçilerinden biri olan İbn Türke’nin varlık mertebelerine dair görüşleridir. Konu, İbn Türke’nin varlık ve varlığın mertebeleri ile ilgili düşüncelerinden hareketle hazırlanmıştır. Birincil kaynakların esas alındığı bu çalışmada, İbn Türke ve Ekberî geleneğin önemli temsilcilerinin eserlerine müracaat edilmiştir. Çalışmanın amacı, felsefe ve kelâmın yanı sıra tasavvuf felsefesinin en önemli konularından biri olan varlık düşüncesi ve varlık mertebelerini İbn Türke’nin görüşleri çerçevesinde ele alarak âlemdeki varoluşun hakikatinin ne olduğu, (...) insanoğlunun özünün nereden geldiği gibi temel sorulara cevap olabilecek özgün bir çalışma ortaya koymaktır. Bu çalışmayla; varlığın bir ve tek hakikat olduğu, Hak’tan feyz ederek görünür âlemde ortaya çıkan her şeyin O’nun isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu, her ne kadar Hak’tan ayrıymış gibi görünse de aslında Hakk’a doğru sonsuz bir dönüş içerisinde olduğu, dolayısıyla tek varlıktan kaynaklı çok sayıda varlığın esasen yokluğa mahkûm olduğu ve asıl varlığın Allah olduğu sonucuna varılmıştır. (shrink)
Bu çalışmada İbn-i Hüsam Husafi’nin Hâverânnâme adlı eserinin beş minyatürü incelenmiştir. Bunlardan dört tanesi Tahran Gülistan Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan Hâverânnâmede mevcuttur.Tek yapraklı çalışma ise Rıza Abbasi Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu minyatürleri Şiraz minyatür okulu sanatçılarından Ferhad ve çırakları çizmişlerdir. Bu çalışmalarda Hz. Ali ejderha ile çetin bir mücadele içinde tasvir edilmiştir. Bu eserlerden dört tanesi yayınlarda yer almaktadır ancak yeterince tetkik edilmemiş ve bazı konular açıklanmamıştır. Bizim tanıtmaya çalıştığımız minyatürle ilgili şu ana kadar herhangi bir yayında bilgi bulunmamaktadır. Minyatürün ustaca çizimi (...) nakkaş Ferhad’ın elinden çıktığının önemli bir kanıtıdır. Eserde Hz. Ali çeşitli bitkilerle kaplı zeminde Düldül’e binmiş, sağ elinde Zülfikâr ile yedi başlı ejderhaya saldırmaktadır. Eserin üstünde sağda üç şahıs, onun üstünde nesta’lik şiirler, altta hayali canavarlar ve yine konuyla ilgili şiirler mevcuttur. Hâverânnâme’deki minyatürler dünyanın değişik bölgelerinde ve özellikle batıda yapılan müzayedelerde sergilenmekte ve satılmaktadır. Envanter defterinde, üzerinde çalıştığımız tek yapraklı minyatürün geçmiş hareketleri için bilgi yer almamaktadır. Araştırmalarımız sonucunda bu eserin Gülistan Sarayı Kütüphanesindeki Hâverânnâme’ye ait olup işaret ettiğimiz müzayedelerden satın alınmış ve önemi sebebiyle iyi korunmuştur. (shrink)
Türk İslam Edebiyatında, dinî-tasavvufî muhtevalı çok sayıda telif veya tercüme nasihatname kaleme alınmıştır. İslam kültürü ve klasik Türk edebiyatı dairesinde manzum ya da mensur formda yazılan bu eserlerde İslam inanç ve ibadet esasları hakkında bilgiler verilmiş; insanların ahlaklı, imanlı, dinin emir ve yasaklarına riayet eden, Hz. Peygamber’in hadislerini önceleyen, yardımsever ve hoşgörülü bir birey olmaları öğütlenmiştir. Bu nasihatnamelerden biri, farklı nazım türleri ve şekillerinden oluşan manzumelerin vasıta beyitleriyle birbirine bağlandığı Gencü’l-Esrâr’dır. Sufi geleneğin bir halkası olan müellif Gaziantepli Seyyid Muhammed Ali (...) Rıza, cennet mefhumunu çeşitli yönlerden ele alarak müritleri irşat etmeye gayret göstermiştir. Kimi zaman ayet ve hadisleri iktibas ederek ikna ve delil tekniğiyle sözünü güvenilir kılmış; kimi zaman da edebiyat sanatının unsurlarıyla ferdî cennet tasavvurunu harmanlayarak, insanların cennete vasıl olabilme arzularını artırmaya çalışmıştır. Gencü’l-Esrâr’da, cennet mefhumunun hangi boyutlarda ve suretlerde tasvir edildiğini ortaya koymayı hedeflediğimiz çalışmamızda öncelikle cennet ile ilgili veriler tespit edilerek sınıflandırılmıştır. Seyyid Muhammed Ali Rıza’nın cennet tasavvuru ve tasvirine dair bir çıkarımda bulunmamıza yardımcı olabilecek her türlü bilgi, yorum ve anlatı “Cennetin Fizikî Tasviri ve Muhtevası”, “Cennet İsimlerinin, Çeşitlerinin ve Kapılarının Tasviri”, “Cennet Sakinlerinin Tasviri” ve “Esrârî’nin Cennete Kavuşma Aruzusunu Dile Getirişi” olmak üzere dört başlık altında incelenmiştir. Makalede ayrıca, cennetin tasvir ve tahkiye edildiği bölümlerde müellifin başvurduğu anlatım teknikleri ve sergilediği anlatım üslubu da ortaya konmaya çalışılmıştır. (shrink)
Günümüzde insan zihni çeşitli algı yönetimi metodlarıyla saldırıya mâruz kalmaktadır. Medya insan algılarını yönetmekte sıkça başvurulan bir araçtır. Bu yöntemlerin etkisiyle insanlar gerçeklerden daha çok algılarına göre hareket etmektedir. Oysa algılar her zaman gerçeğe tekabül etmez. Bu bağlamda Batı dünyasının yeni ötekisi/düşmanı Müslümanlar hakkındaki olumsuz algı en çok Kur’an-ı Kerim üzerinden oluşturulur. Araştırmamızda güncel algılara aykırı görünen iki örnek Kur’an perspektifinden incelenmektedir. Bu meseleler Hz. Muhammed’in Hz. Aişe ve Hz. Zeyneb’le yaptığı evlilikler, çok evlilik mevzusu ve kölelik meselesidir. Çalışmamız nitel (...) bir araştırma olup literatür taramasına dayanmaktadır. Öncelikle bu konuların Hicaz-Arap kültüründe ve Kur’an’da nasıl yer aldığı ele alınmaktadır. Örnek olarak incelenen uygulamaların var olan kültüre uygunluğu müşrik, Yahudi ve münafıkların meseleye bakışıyla ortaya konulmaktadır. Ardından bu hususlarla ilgili oryantalist ve ülkemizdeki İslam dinine önyargılı bazı yazarların iddialarına yer verilmektedir. Araştırmacıların artık bigâne kalamayacağı sosyal medyadan da bazı örneklerden istifade edilmektedir. Nihayetinde şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. Güncel algı, önce değer haline getirilmekte; daha sonra da bu algı başka zamanlara teşmil edilerek değerlendirme ölçütü olmakta ve bu ölçüye uymayan farklı uygulamalar itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kur’an ayetleri başta olmak üzere klasik eserlerdeki rivayetlerden hareketle bir itibarsızlaştırma faaliyeti yapılmaktadır. Fakat Kur’an-ı Kerim ayetleri sosyo-kültürel ortamlarından uzak bir şekilde literal okunarak çarpıtma yapılmakta ve genellikle anakronizme düşülmektedir. (shrink)
Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal özniteliklerdir. İnsan anlam-lı, değerli ve güzel bir hayat kurarken akılla birlikte duygulardan motivasyon almaktadır. Duygular, çok fonk-siyonlu yapısıyla insanın niyet, tutum, tavır ve eylemlerini belirleme, harekete geçirme, yönlendirme, etkile-me, dönüştürme, frenleme ve bazen de manipüle etme araçlarıdır. Bu nedenle ahlak başta olmak üzere insan eylemlerini problem edinen her araştırma, duyguları ele almak durumun¬dadır. İnsanı tam anlamıyla tanıma-nın yolu, pratik yaşantısı içerisinde ortaya çıkan duygusallığını anlamaktan geçer. Dolayısıyla teorik olanın durağanlığı ile (...) hayatın akışkanlığı arasındaki uçurumda duygular, felsefi bir soruşturmanın konusu olmakta-dır. Duygunun dinamik yapısını ve sınır çizilemeyen doğasını dilin sınırları içerisinde ifade etmek kolay değildir. Bu-nunla birlikte insan için duygular, kendini, evreni, doğayı, maddeyi, bireyleri, toplumları, iyiyi, kötüyü, değerli olanı ve olmayanı anladığı, olgu ve olaylarla başa çıktığı, pratik hayatını yönettiği, karar verme süreçlerinde, niyetlerinde, yönelimlerinde ve seçimlerinde etkin, tüm bu süreçlere içkin, dinamik, fonksiyonel ve bilişsel öznitelikler olarak öne çıkmaktadır. İnsan, günlük yaşamı içinde çok çeşitli duygu durumlarını tecrübe etmek-tedir. Böylece o, tecrübe ettiği bu duygu durumları ile sürekli değişen ruh hallerine sahip olmaktadır. Bu tec-rübeler, dış etkenlere bağlı olabildiği gibi insanın içsel dinamiklerinin etkisiyle de ortaya çıkabil¬mektedir. Sosyal yaşantısı itibariyle insan, duygusal tepkiler veren ve duygusal etkiler alan dinamik bir ahlak yaşantısı-na sahiptir. Bu bağlamda duygular, insanın kendi benliği ile yaşadığı toplumun benliği arasında denge kurma-sını sağlamakta ve insanın temel yönelimlerini belirlemektedir. Duygular, insana eylem motivasyonu kazan-dıran, onun tasavvurlarına, geçmiş, şimdi ve gelecekle ilgili değerlendirmelerine yön veren, harekete geçirici yetilerdir. Pişmanlık, bizzat benliğe yönelen ve onun ahlâkîliğini içsel olarak düzenleyip inşa eden ahlâkî bir özdenetim duygusudur. Bu duygu gerek bireysel ve gerekse sosyal yaşamda insanı etkileyen doğasıyla özel-likle ahlâkî değer dünyasında merkezi bir rol oynamaktadır. Pişmanlık, en yalın haliyle insanın geçmişteki eylemine ya da eylemsizliğine dönük olumsuz yargısını içeren acı bir his biçiminde ortaya çıkmakta ve keşke ifadesiyle dile gelmektedir. Pişmanlık duygusu insanda içsel tesirlerin etkisiyle oluşmaktadır. Çoğu ahlak duygusu gibi pişmanlık da hem fenomenolojik bir duyuş hem de bilişsel bir yargı içermektedir. Psikolojik ve kavramsal açıdan karmaşık bir duygu olan pişmanlık; üzüntü, hayal kırıklığı, özlem, nostalji ve bazen bir şey-den pişmanlık duymamanın verdiği rahatlama gibi bir dizi duyguyu ortaya çıkarmaktadır. Pişmanlık aynı zamanda güçlü, motive edici bir üzüntü ve işlerin istendiği gibi gitmediğine dair tutkulu bir şikâyet olarak da kendini gösterebilmektedir. O, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren genellikle geçmişe dönük bir acı deneyimidir. Pişmanlık, genellikle kişinin yaptığı şeyi onaylamadığını, farklı şekilde olmasını arzuladığını, üzüldüğünü, utandığını veya suçlu olduğunu ifade eden ve farkındalıkla ortaya çıkan bir duygudur. Pişmanlık, insanı geçmişteki ve şimdiki hatalarından ders çıkarmaya ve gelecekteki davranışlarını düzeltmeye teşvik eden, insanın özdenetim yeteneğinin bir parçasıdır. Bu duygu, kişinin kendi eylemleriyle ilgili içsel muhasebe-sinin bir sonucu olarak ortaya çıkan düzeltici ve iyileştirici ahlaki bir özdenetim duygusudur. Pişmanlık, insa-nın ahlaki doğasının zorunlu bir sonucudur. Bu duygu onun seçim yapabilen bir varlık olmasından, yani ahlaki özgürlüğünden kaynaklanmaktadır. Pişmanlığın oluşabilmesi için ahlaki eylemin en az iki seçenek arasından yapılacak bir seçim sonucunda gerçekleşmiş olması gerekir. Bu nedenle, pişmanlığın ön koşulu özgürlüktür. Akıl ve duygunun düşüncelerimiz ve eylemlerimiz üzerindeki karşılıklı rolleri, özellikle pişmanlık olgusunda belirgindir. Dolayısıyla ister pratik ister teorik alanda olsun pişmanlık, sadece insanın duygusal yanıyla değil, bilişsel yanıyla da ilgili bir duygudur. Pişmanlığın, geçmişte yaşanmış veya bugün etkisi devam eden bir olgu üzerinde kişinin hatasını fark etmesiyle oluşan bir üzüntü hali olması, onun bir değerlendirme duygusu oldu-ğunu gösterir. Duyguların harekete geçirici yönü pişmanlıkta geriye doğru işlevsiz olacağından, bu teşvik edici yön gelecekte pişmanlık yaratan durumun tekrarını önleme yönünde kendini göstermektedir. Böylece geç-mişte yaşanan üzücü bir durum, olumsuzdan olumluya, yıkıcıdan yapıcıya doğru ahlaki bir evrime zemin hazırlayacaktır. Bu makalede duygu etiğinin ilkeleri, kavramsal ve kuramsal çerçevesi göz önünde bulundurulmak suretiyle pişmanlık duygusunun mahiyeti, değeri ve fonksiyonelliği felsefî açıdan analiz edilip yorumlanacaktır. Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic aspects of human beings. While man builds a meaningful, valuable, and beautiful life, gets motivation from emotions along with the mind. Emotions, with their multifunctional aspect, are means for determining, activating, directing, influencing, transforming, restraining, and sometimes manipulating human intentions, attitudes, and actions. For this reason, any research that treats human actions, especially morality, has to deal with emotions. The way to know the human being is to understand his emotions in his practical life. Therefore, in the gap between the stability of the theoretical and the dynamism of life, emotions become the subject of philosophical research. It is not easy to express the dynamic aspect and unbounded nature of emotion with-in the limits of language. However, for human beings, emotions are effective in their decision-making pro-cesses, intentions, orientations, and choices, in which they understand themselves, the universe, nature, matter, individuals, societies, goodness, evil, valuable and non-valued things, cope with facts and events, manage their practical life, stands out as dynamic, functional and cognitive attributes inherent in all these processes. Man experiences a wide variety of emotional states in his daily life. Thus, he has constantly changed moods with these emotional states he experiences. These experiences can be caused by external factors as well as by the influence of the internal dynamics of the human being. In terms of his social life, man has a dynamic moral life that gives emotional reactions and receives emotional effects. In this context, emotions enable man to establish a balance between himself and the self of the society in which he lives and determine his basic orientations. Emotions are motivating faculties that motivate a man to act and guide his imaginations, and evaluations of the past, present, and future. Regret is an emotion of moral self-control that addresses the self and internally organizes and constructs its morality. This emotion plays a central role, especially in the field of moral values, with its nature that affects man both in individual and social life. Re-gret, in its simplest form, appears in the form of a bitter feeling that includes the negative judgment of man's past action or inaction and is expressed with the expression of a wish. The emotion of regret is formed by the effect of internal influences in humans. Like most moral emotions, regret includes both a phenomenological sense and a cognitive judgment. Regret which is a psychologically and conceptually com-plex emotion, reveals a series of emotions such as sadness, disappointment, longing, nostalgia, and some-times the relief of not regretting something. Regret can also manifest itself as a strong, motivating sadness and a passionate complaint that things are not going as planned. It is an experience of pain, often retrospec-tive, that shapes our present and future. Regret is an emotion that arises with awareness, usually expressing disapproval of what the person did, wishing it to be different, upset, ashamed, or guilty. Regret is part of human self-control, which encourages man to learn from past and present mistakes and to correct future behavior. This emotion is a corrective and healing sense of moral self-control that arises as a result of one's internal accounting for one's actions. Regret is a necessary consequence of man's moral nature. This emo-tion stems from the fact that he is a being that can choose, that is, his moral freedom. For regret to occur, the moral action must have taken place as a result of a choice to be made among at least two alternatives. Therefore, the prerequisite for repentance is freedom. The reciprocal roles of reason and emotion on our thoughts and actions are particularly evident in the phenomenon of regret. For that reason, regret, whether in the practical or theoretical field, is an emotion related not only to the emotional side of human but also to the cognitive side. The fact that regret is a state of sadness that occurs when a person realizes his mistake on a phenomenon that has been experienced in the past or whose effect continues today, shows that it is an emotion of evaluation. Since the activating aspect of the emotions will be backward dysfunctional in regret, this incentive aspect manifests itself in the direction of preventing the repetition of the regretful situation in the future. Thus, a sad situation in the past will pave the way for a moral evolution from negative to posi-tive, from destructive to constructive. In this article, the nature, value, and functionality of the regret will be analyzed and interpreted from a philosophical point of view, taking into account the principles of emotion ethics, and its conceptual and theoretical framework. (shrink)